TARİH:  4 Nisan 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün

Haftanın filmleri ne yazık ki pek kötüler. Onlar için ayrı birer yazı yazmak, hak ettiklerinden çok değer vermek olacak. Zaten evim soyulmuş, bilgisayarlarımız çalınmış, bir bilgisayarı eşimle ortak kullanırken, bu lüksüm de yok

Biraz dert yanabilir miyim sevgili okurum? Emin ol, bu haftanın filmlerinden daha ilginç benim hikâyem. Dedemi, yani babamın babasını öldürmüşler. Devlet yakalamış adamı hapse tıkmış. Bunu öğrendiğimde, devlet dedemin canını koruyamamış diye düşünmemiştim. Adamı yakaladığı için devletimi sevmiştim. Daha ne yapacaktı ki? Buna rağmen 20 yaşıma geldiğimde ben yine de devletimin başındaki kuruma “cunta” deme gafletinde bulundum. Karşılığında az daha ölüyordum. On dört ay hapis yattım, hüküm giydim, düşük dozda işkence gördüm. Ama hapislik zordu. Oradan insan sağ çıkamayabilirdi. Sağmalcılar’da “öldürme” koğuşunda ülkücüler ve mafyayla birlikte yattım. Onların insafına kalmıştık. Öldürülmedik.

HAYAT DEVAM EDİYORDU…
30 Aralık 1994’te ablam doğum günü hediyesini almaya The Marmara Oteli’nin kafesine davet edildi bir arkadaşınca. İBDA-C adlı bir örgüt “Taraf ” adlı dergilerinde yılbaşını kana bulayacağız diyordu o günlerde. İBDA-C gerçekte var mıydı, yoksa adına Ergenekon dedikleri tarzda bir derin devlet operasyonunun adı mıydı? Ben nasıl bilebilirim ki? Ama ablam gittiği kafeden sağ çıkmadı. Türk sinemasının en değerli isimlerinden Onat Kutlar da o gün aynı kafedeydi. O da evlilik yıldönümünü kutlamak için gitmişti. Bir bomba patladı ve ablam o anda öldü. Onat Kutlar ağır yaralandı ve 11 gün daha hayatta kaldı. Ama kurtarılamadı. İki çok değerli insan öldü. Bu kez devleti suçladım bu ölümlerden. Birileri hedef göstermiş ve cinayet işleyeceğiz demiş ve işlemişti. Çok geçmeden Tansu Çiler suçluları yakalandığını ilan etti. İBDA-C değildi, PKK’ydı. Ama delil var mıydı? İtiraftan başka yoktu çünkü polis, – bakın siz şu işe- güvenlik kameralarının çektiği görüntüleri otelden olayın üstünden bir yıl geçtikten sonra istemişti. E, otelde silmişti tabii o kayıtları. Peki PKK niye yapmış olmasın ki? Yine de inanmamak için yeterli neden yoktu. Deniz Demir adlı PKK’li katili televizyonlarda “evet biz yaptık” derken gördüm. Ama katilin, katillerin hiçbiri şu an içeride değil. Serbest dolaşıyorlar aramızda. İşte buna inanmak zor!

Biraz da ablamın kaybıydı eşimle beni çocuk yapmaya iten. Ali, ablamın ölüm yıldönümünde, 30 Aralık 1997’de doğdu. Dünya güzeli bir çocuktu. Bütün çocuklar güzeldir ya, o başka türlüydü. Babam, “Ben bir çocuğumu kaybettim, benim başıma büyük bir felaket daha gelme ihtimali çok düşük” diyordu. O da geldi. 17 Ağustos’ta Ali, annem ve babam depreme yakalandılar Yalova’da. Türkiye’nin en büyük inşaat firmalarından Yüksel İnşaat’ın yaptığı yazlık sitedeydiler. Site tuzla buz oldu, yanı başında başka binalar ayakta kalırken. Sonra gazetelere millet meclisinde yapılan kimi tartışmalar yansıdı. Vekillerimizin nasıl canla başla daha fazla güvenlik önlemi alınmaması için çalıştıklarını gördük. Meğerse cinayet geliyorum demiş. Sonra mütedeyyin vatandaşlarımız, ölülerimizle alay ederek yürüdüler ellerinde “7.4 yetmedi mi?” yazan pankartlarla. Zavallı dindar halkımız, askerlerden çok çekmişlerdi, ne deseler yeriydi. Depremde Gölcük civarını çok etkilememiş miydi?

Hayat devam ediyordu. Eski şiddeti azaldı mı acaba, demeye çok fırsat vermeden. Geçen hafta biz uyurken evimize hırsız(lar) girdi. Ne var ne yoksa götürdüler. Herkes “iyi ki uyanmamışsınız” diyor. Bense “niye uyanmadım!” diye kendime kızıyorum. Ev dediğin, ikinci bedenimiz. Ona girilmesi, bir nevi tecavüz. Ben nasıl bir erkeğim ki bu tecavüze karşı koyamadım?

Ama bir soru daha var! Bu nasıl devlet ki sadece beni yakalamada üstün bir başarı gösterdi? Evet, 12 Eylül’de kaligrafi uzmanları el yazılarımızı çözüp, milli güvenlik kuruluna “cunta” deme terbiyesizliğinde bulunan beni ve arkadaşlarımı yakalamış, devletin manevi şahsiyetine hakaretten hüküm giydirmişti. Ama benim canın ve malım söz konusu olunca devleti ara ki bulasın.

Size daha komik bir şey söyleyeyim mi? Bir kere vergi dairesi annem ve babama vergi borcu çıkardı ölümlerinden sonra. Oysa deprem mağdurları vergiden muaf tutulmuştu. Bana vergi dairesi müdürü aynen şöyle demişti: “Depremde yakınları ölenler vergiden muaf, kendileri ölenler değil.” Depremde ölen annem ve babam deprem mağduru değildi yani. Aslında bu mantık içinde bile hatalıydılar çünkü birbirlerini de kaybetmişlerdi onlar. Ama yine de bir avukata başvurmak ve bir sürü para vermek zorunda kaldım.

Nerden nereye, sinema yazacaktım bu çıktı ortaya. Başkasını yazamadım, mazur görün. Kısacası “Marley ve Ben”, “Yengeç Oyunu”, “Kıymık” ve “Vahşet Partisi” adlı filmleri görmeniz için bir neden yok. Bir tek “Marley ve Ben” evcil bir hayvanınız, özellikle bir köpeğiniz olmuşsa tavsiye edilir. Yoksa İstanbul film Festivali başlıyor, aptal mısınız bu filmlere vakit harcayacaksınız?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com