O da kim…!

Tarih: 12 Kasım 1994

Gazete/Dergi: Express

Wilko Johnson Konseri

27 Ekim akşamı İstanbul’dan çok önemli bir rock’çı geçti: Wilko Johnson. ‘O da kim?’ diyenler çoğunluktadır. Bu nedenle önce biraz tarih.

 Mekan: Londra yakınlarında Canvey Island denilen, çevresinden oldukça izole bir yerleşim birimi. Tarih: 1972. Wilko Johnson (o sıralarda adı henüz John Wilkinson) ve Lee Brilleaux (sevgili ‘içtenlikli’ Kurt Cobain’le hemen hemen aynı günlerde öldü), Dr. Feelgood adlı bir grup kurarlar. Yaptıkları müzik rhythm & blues’dur. Ya da pub rock. Rock için yeni bir şey değildir yaptıkları ama o dönem için yine de bir devrim sayılır. Dönem Yes, Genesis gibi progressive rock gruplarının ya da David Bowie gibi glam rock’çıların zirvede olduğu dönemdir. İşte bu dönemde Dr. Feelgood rock’ın köklerine geri dönen, süssüz, doğrudan müzik yapan bir topluluk olarak doğar. Eğlenmek önemli bir yer tutar felsefelerinde ve enerjik bir sahne şovları vardır. Belki de en garip olan yanları, sahnede giydikleriyle normal hayatta giydiklerinin aynı olması ve konserlerinden sonra seyircilerin arasına karışmalıdır. Yani ne Pink Floyd gibi seyircileriyle aralarına ‘duvarlar’ örerler, ne de sonra duvar kırma edebiyatı yaparlar. 

Ilk albümleri ‘Down by the Jetty’ (1973) mono kaydedilmişti ve siyah beyaz bir kapağı vardı. Plakta ‘live’ havası yakalanmaya çalışılmıştı. Albüm çok başarılı oldu. ‘Libération’ gazetesi 1968-1988 döneminin en iyi 100 rock plağı arasında gösterdi ‘Down by the Jetty’yi.

Üçüncü plakları ‘Stupidity’ İngiltere’de bir numaradan listelere girer. Wilko Johnson bu sıralarda gruptan ayrılır ve solo kariyerine başlar. Aynı sıralarda İngiltere’de punk devrimi başlamıştır.  Punk, rhythm & blues’dan farklıdır ama Dr. Feelgood’un Müziğe yaklaşımıyla ortak birçok yönü vardır. Mojo dergisi yazarlarından Will Birch ‘Dr. Feelgood’un attığı temel olmasaydı, Sex Pistols ve benzerlerinin geldikleri noktaya ulaşmaları düşünülemezdi’ diye yazar.

 Gelelim konsere. Öncelikle şaşırtıcı bir kalabalık vardı. Cemal Reşit Rey tıklım tıklım doluydu. Bu Kalabalığı herhalde Radio Contact’ın sponsorluğuna borçluyuz. Grup, Wilko Johnson (vokal ve gitar), Norman Watt-Roy (bas) ve Salvatore Ramundo’dan (bateri) oluşan bir kadro ile sahneye çıktı. Wilko konser boyunca paranoyak bir asker gibiydi, Nereden ne zaman çıkacağını bilmediği düşmanlarına karşı gitarını bir makineli tüfekmiş gibi doğrultarak seyircileri taradı. Bir şarkıda da gitarıyla sevişti.

 Ayaktaki seyirciler önce bulundukları yerde dans etmeye başladı, daha sonra dayanamayıp kendilerini sahnenin önüne attılar. Konserin sonunda yerinde oturan hemen hemen kimse kalmamıştı. Konser bir buçuk saat sonra bittiğinde dans eden gençlerden biri yanındakilere ‘Çok iyiydi be. Neydi bu adamın adı?’ diye soruyor, cevap da alamıyordu.

 Genelde çok çok iyi bir konserdi. Topluluğun bütün elemanları konser sonunda ter içindeydiler. Harbi, öz, dosdoğru, hakiki, baba bir rock’tı dinlediğimiz. Basit ve sıcak. Tek sorun genelde başka konserlerde de olduğu gibi vokalin diğer enstrümanlar tarafından fazla bastırılmasıydı. Wilko’nun topluluğunun adı artık Dr. Feelgood değildi ama bize ilaç gibi geldiler. Bu doktor bizi daha sık ziyaret etse hayat çok daha katlanılır olur. 

Konser sonunda Wilko’yla ayaküstü yaptığımız konuşmada bir daha gelirlerse bir rock-bar’da çalmalarını önerdim. ‘Biz her yerde çalarız. Burada çalacaksınız dediler, burada çaldık.’ oldu yanıtı. Zaten sürekli çalıyorlardı. Punk’ın öncülü olmaları konusunda ‘Öyle diyorlar’ dedi sadece. Kendisini çok iyi bir gitarist olarak da görmüyordu. Bir röportajında şöyle demişti: ‘Mick Green gibi çalmayı istedim ama hiçbir zaman tam başaramadım. Ondan daha çok tanınıyorum ama bu aptal dünyanın işleri böyle işte.’

 Doğru. Wilko Johnson’dan daha fazla tanınan bir sürü kötü rock’çı var ama bu aptal dünyanın işleri böyle işte.