Tarih: Nisan 1997
Gazete/Dergi: Roll
Spin Dergisinden Çeviri
Beck taş çatlasa 50 kilo çeken tıfıl bir çocuk, üç yıl evvel, bütün Amerikan müziğini altüst etti. Kulağına gelen bütün tarzları hamarat bir ev hanımı gibi (Tricky onun yanında “mektepli” kalır) bir araya getirerek birdenbire ortalık yere püskürttü. ”Ben mağlubum yavrum/Neden beni öldürmüyorsun” diye akıp giden şarkısıyla 90’ların derbeder gençliğini şöyle bir salladı. İkinci (küçük-bağımsız şirketlerden çıkanları da sayarsak altıncı) albümü “Odelay” sayesinde sallantı devam ediyor. Folk, hip-hop, endüstriyel, blues, şu, bu, o… Yalnız Beck’in altından kalkabileceği bir bulamaç… Beck, Spin dergisine, müziği hakkında bazı ipuçları veriyor…
Killi bir göğsüm var, 26 yaşındayım
Dün geceki konserde Jackie Chan filmlerinde hep gördüğüm, şu yerde sırtüstü yatarken ellerinden destek almadan ayağa fırlama hareketini yaptın.
Beck: Ben sahnedeki hareketlerimin tümünü Hong Kong filmleri ile Meksika ve Arap TV’lerinde gördüklerimden alırım. Arap TV’sinde, özellikle de pop müzik şovlarında gerçekten çok sıkı atraksiyonlar var.
Kolunun her eklemini böyle oynattığın (göstererek) hareketi biliyor musun?
Vay be, çok iyisin, hakkaten çok iyisin. Tam da bu bok işte. Seni misafir sanatçı olarak sahneye çıkarmamız lazım. Bu hareketi dün gece yapmıştım, değil mi? Bunu tamamen spastik bir şekilde yapmalısın. İnsanlar şunu bilmez: Ne kadar tutuk ve sarsaksan o kadar funky’sindir. Ters-funk denilen acaip şey bu. En funky dansçılara bakarsan, vücutlarının üst kısmı kaskatı dururken, vücutlarının diğer kısımlarının bambaşka bir şey yaptığını görürsün.
Garip, çünkü insanlar rahatlamaları ve ritmi hissetmeleri gerektiğini sanır.
Evet, ama bu hiç de funky değildir. Vücudunu böyle kaskatı yapacaksın ve sonra (göğsünden aşağı bir dalga göndererek) spastik olması için böyle yapacaksın. En funky’si budur.
Bu turnende hiçbir soul vokal grubu ve nefesli çalgılar eşliği kullanmayı düşündün mü?
Evet ama çok fazla parodiye dönüşmesinden korktum. Zaten halihazırda böyle düşünenler olduğundan eminim. Ama bence hiç de öyle değil. Müziğim gayet samimi. Mizahi bir yanı var. Ama iyi olan her müziğin mizahi bir yanı vardır.
Adam Yauch’ın (Beastie Boys’dan) düzenlediği Tibet’e Özgürük Konseri’nden sonra hayranlarına imza ya da fotoğraf verirken, elinden geldiğince yaratıcı ve esprili bir şeyler yapmaya çalışıyordun.
Evet, aksi halde belirli davranış kalıplarını tekrarladığımı düşünürüm. Bu benim içgüdüm: Klişeden kaçınmak. Ya da klişeyi alıp kullanmak ve sonunda mümkün olan en şiddetli patlamayla onu yok etmek. Ama bu insanı, parodi ve klişenin alanına sokabilir. Bunu yapmak gerçekten kolay. Kişiliği olan, dürüstlüğü olan, samimi ve dolaysız bir şey yapmak, işte mesele bu.
Bu yaş grubunun ya da kuşağın çoğu üyesi, ki ben bile geçmişte bu suçu işledim, 70’lerden bir şeyi alıp, evirip çeviriyor, ya dalgasını geçiyor ya da yüceltiyor. Dolaysız, esin dolu pek bir şeye rastlayamıyorsun. Elbette müzik her zaman kendisinden ve kendi geçmişinden beslenir ama kendini adama duygusunu pek görmüyorum. Hep aynı kaçamak: “Biz aslında bunu söylemiyoruz, biz dalga geçiyoruz.” Ana babalarımızın yaptıkları ya da bizim on yıl önce yaptıklarımızla sürekli bir dalga geçme ihtiyacı. Bu tavırdan gerçekten uzak durmak istiyorum. Önce folk müziğe ve sonra da hip-hop’a gönlümü kaptırmamın nedeni de bu. O kadar yetkin ki! Bir sürü olanağa sahip.
Bir dönem, Ice Cube’u konserlerinde cover’lamıyor muydun?
1991’de, “Loser”, yaptığım sıralardaydı. Hip-hop’la folk’un birbirine uyum sağlayacağını düşünmeye başlamıştım. Eski folk şarkılarını söylemeyi seviyordum ama rock kulüplerindeki atmosfere uymuyordu. Diğer gruplar noise, deneysel, caz ya da hip-hop takılıyorlardı. Hepsi bir şekilde süzülüp yapmakta olduğum şeyi oluşturdular.
Bir drum machine’le bir odaya kapatılsan sıkılmadan ne kadar süre kalabilirsin?
Bilmem; bu iyi bir soru. “Odelay”i kaydederken 18 saat süreyle kaldım. Albümü dinlersen, bazı şarkıların çok geleneksel gibi gözüktüğünü ama arka planda bütün bu müziklerin yer aldığını göreceksin. Sonsuza kadar bunlarla vakit geçirebilirim. Bir sound hakkında kafamda bir fikir oluşmuşsa ve bir enstrümanla bu sound’u yaratamıyorsam kendi sesimle yaratmaya çalışırım. Doğru sesi bulabilmek için uç noktalara giderim.
Tibet konserinin sahne arkasında, bana kaydettiğin yeni şarkıları arabanda test ettiğini söylemiştin.
Evet, çünkü stüdyolar öyle izole yerler ki! Şarkıyı dışarı çıkarıp akıp giden hayata nasıl bir fon müziği oluşturduğunu görmek gerekiyor. Kayıt yaparken görsel bir yaklaşımla hareket ederim… Live çalabilmek için gerçekten sıkı çalışmamız gerekiyor. Çünkü, örneğin “High 5” tam anlamıyla stüdyo deneyleriyle yaratılmış, dekonstrükte bir şarkı. Konserde bir akış elde etmek gerçekten zor. Ama benim genelde hedeflediğim de bu: Farklı öğeleri bir araya getirip akmasını sağlamak. İnsanlar benim yaptıklarımı televizyonda kanaldan kanala zaplamaya benzetiyor. Ama ben hiç de böyle düşünmüyorum: Akışı ve kaosu bir araya getirip, bundan özlü bir şey oluşturmak olarak görüyorum. Rastlantısallık değil ama o rastlantısallığı alıp ona bir vücut vermek. Zapçılık değil gerçekten. Daha çok ayrıksı otlarını büyümeye bırakmak. Sanki doğa daha yeni biçimleniyor, düzenleniyor ve kalıba dökülüyor gibi… Beni hep sabırsız ve yıldız olmak isteyen biri olarak algıladılar. Belki benim hatam. Yaptığım şeyi geliştirmeyi kesinlikle sürdürüyorum. Sağımı solumu yokluyorum, o sulak araziyi arıyorum. Bir sürü insan ilerleyebilmek için mantığa ve düzene ihtiyaç duyar. Benimse çıkış yolunu bulabilmek için cangılda olmam gerekiyor.
Bir sonraki albümünün nasıl bir olacağı hakkında bir fikrin var m?
Daha fazla enstrümantasyon içeren bir şeyler yapmak istiyorum galiba; bunu biraz daha geliştirmek. Bilmiyorum. Her şey içeri girip, bir ritm tutturup gerisinin gelmesini beklemekten ibaret. Kesinlikle hip-hop unsuru büyümeye devam ediyor. Sadece “Loser” ve “Beercan”le sınırlı kalacağını sanıyordum. O ilk albümdeki şarkılar yalnızca deneylerden ibaretti. Önceden üzerlerinde düşünülmemişti. Bu albümdeyse şarkının hip-hop tarzında olacağını biliyordum. Benim için en zorlayıcı olan dolayısıyla da elbette en ilginç olan bu. Ve içine daldıkça daha fazla müptelası oluyorum. Bu üslup gerçekten insanı deneyselliğe yöneltiyor. Bir country ya da hard rock şarkısıyla yapabileceklerinin sınırları bellidir. Yani sanırım başka olanakların peşinde koşacağım.
Şöyle bir şey hoş olurdu: Hip-hopla iyi aranje edilmiş bir şeyi karştıracaksın ve ortaya…
…Sert ve iğrenç bir şey çıkacak. Bu günlerde biz de bunun peşindeyiz.
Houston’da aldığım bir gazetede konserinle ilgili bir yazı vardı. Seni betimlemek için hangi sözcüğü seçtiklerini tahmin edebilecek misin?
Oh, hayır. Herhalde Elvis’in figürlerinin ne kadar kötü bir taklitçisi olduğum hakkında bir şeyler demişlerdir. Hakkaten Elvis’i taklit ettiğimi sanıyorlar ama hiç de değil.
Bundan söz etmemişler.
“Eksantrik” miydi?
Hayır ama bunu söylemiş olabilirlerdi.
“Aylak”?
Hayır, hemen hemen yalnızca seni betimlemek için kullanılan bir sözcük. Sana bir ipucu vereyim. New York konserinde, “Asshole”un nakaratını bu sözcükle değiştirmiş ve aynı derecede tacizkar olduğunu söylemiştin.
Ah, evet. ‘Çocuk-adam’ (manchild). Elbette. Bu değişikliği yapmamın nedeni, hakkımda yazılan hangi yazıya baksam ‘çocuk-adam Beck’ lafıyla karşılaşmamdı. Ne yapmalıyım? Kıllı bir göğsüm var. 26 yaşındayım. Tamam, genç gösteriyorum. Bu lafta hep biraz saygısızlık görüyorum. Sanki ciddiye alınacak biri değilmişim gibi.
Seni nasıl görmelerini istersin?
İnsan tabiatı der ki, alnına BECK damgası vurulmuş ve balmumuyla mühürlenmiş biri olarak kategorize edilmek istemezsin. Ben yalnızca bazılarının beğendiği bir müzisyenim. Bütün bu etiketlerden hoşlanmıyorum: Bu aylaklık hikayesine ihtiyacım yok, kesinlikle retro ya da kitsch kültürü meraklısı hikayesine de ihtiyacım yok. Olmadığınız bir insan olarak algılanmak sürekli bir huzursuzluk nedeni. Belki azıcık daha fazla ciddiye alınmak isterdim. Albümlerim aptalca saçmalıklarla ya da eksantrikliklerle dolu değil.
Kendini Beck Hansen yerine yalnızca Beck olarak lanse ederek, bir parça mitleştirilme keyfini yaşadığını düşünmüyor musun? Sanki aslın da olduğundan farklı bir persona yaratmaya çalışıyor gibisin.
Bundan hiç hoşlanmıyorum. Nefret ediyorum. Bu albümde adımın Beck Hansen olarak yazılmasını istedim. Albümün ön kapağına koymak istemediler ama arka kapağın sağ alt köşesinde son derece küçük harflerle ‘Hansen’ yazıyor. Artık değiştirmek için çok geç.
Başlangıçta “Beck’ olarak lanse edilmek senin seçimin değil miydi?
Aslında açık mikrofon gecelerinde ve küçük konserlerde çaldığım sıralarda başladı. Afişi hazırlarken sadece adımı hatırlıyorlardı ve soyadımı öğrenmekle uğraşmıyorlardı. Beck, Beck Hansen’dan daha kolay akılda kalıyor. Ama “Mellow Gold”u çıkarmak üzereyken, adımın Beck Hansen olması gerekmez mi diye düşündüm. Çok önemli olmadığını, kimsenin umurunda olmayacağını düşündüm. Bileydim…
Bir tür nevi şahsına münhasır seks sembolü haline de geldin. Ama senin hakkında böyle hislere sahip kişilerle konuştuğumda, seninle birlikte bir trip yaşamayı, seninle yatmayı aynı derecede istediklerini gördüm.
Ah, evet kesinlikle. Aptalca. İnsanlar uyuşturucuların kimliğimin önemli bir parçası olduğunu sanıyor ama gerçek böyle değil. Yaratıcı olmak için uyuşturuculara ihtiyacım yok. Müziğimin uyuşturucularla ilgisi yok. Uyuşturucular yalnızca yaratıcı bir destek. Müziğimde bir yönünü kaybetme duygusu var ama bu daha çok modern hayata ve kültürümüze dair bir şey.
Bunu anlıyorum. Çünkü “Odelay”deki “Ramshackle”, “Derelict”, “Readymade” ve “Jackass” gibi şarkılar kayıp, toplumun dışındaki yalnız karakterleri konu alıyor. Sürekli turnede olmanın ve birdenbire gelen başarının buna katkısını merak ediyorum.
Doğrusu epey katkısı var. Ama “Odelay”in, ‘şöhretin şeytanları’ ve benzeri bir sürü zırvayla ilgili bir albüm olmaması konusunda kararlıydım. Şöhret ağır, çok ağır bir şey ama atlatıyorsun. Bir daha gitarı eline almak istememene neden olan o kadar çok insan var ki! Ne tarafa dönsen, “Ne yaptığını çaktım” diyen birilerine tosluyorsun; sonra arkanı dönüyorsun ve birileri yaşamaya hakkın olmadığını söylüyor. Bu albümde asıl yapmak istediğim müziğe dair sevdiğim her şeyi kutlamaktı. “Mellow Gold”u kaydederken her şey benim için hâlâ çok yeniydi ve o iki haftalık süre içinde yaşadığım duygu buydu. İkinci albümde şöhretin zorluklarından söz etmek çok klişe.
“Hotwax” adlı şarkında hastalığı ülke sathına yay maktan söz ediyorsun. Konu ne?
Funk’i yaymak gibi. Konserlerimizi izlersen hastalığa yakalanırsın.
Yaşlı müzisyenler bu analojiyi çok kullanmıştı ama gençler AIDS’e dair çağrışımlar yaptığı için hiç kullanmıyor.
Evet, evet, biliyorum, biliyorum. Ama yeniden başlamak lazım. Eski tip argoyu, modası geçmiş deyimleri seviyorum. Şarkılarıma hep birer ikişer koymaya çalışıyorum. Japonların, İngilizceyi tercüme edişlerinden etkilendiğini söylemiştin. Herhangi bir yabancı dili. Ben çoğunluğun İspanyolca konuştuğu, İngilizcenin ikinci dil olduğu bir yerde yetiştim. Dilin bu yeniden yorumlanışını hep sevmişimdir. İskandinavya’da 13 heceli, bir sürü sessiz harfin, t’lerin ve x’lerin çifter çifter yan yana geldiği en korkunç kelimeleri seçip bir araya getirdim ve tercüme ettirdim. Benim yazabileceklerim den çok daha iyi bir şey çıktı ortaya… John Cage’in, içgüdülerin bir kenara bırakıldığı, kişiliğin müziğe etkisi olmadığı ve böylece müziğin gerçek bir dışavurum haline geldiği şans operasyonu tekniğini kesinlikle denemek isterdim. Yalnızca yapmak için bunu yapmam, bir lezzeti olmalı yaparsam. Bir planınız ya da sisteminiz olabilir ama sonuçta amaçlanmamış olanın, bütün makineler kırıldığında ortaya çıkanın, hataların ilginç olduğunu düşünüyorum.
Şarkı sözlerinde böyle kavramsal yaklaşımlar var mı?
Hayır, yok. Şarkı sözlerime bakıp bunların bir yığın rastgele bir araya getirilmiş zırvalar olduğunu, hepsini kıçımdan uydurduğumu düşünebilirsin. Ama hiç de öyle değil. Benim için bir anlam ifade etmeselerdi, yaşadıklarımla ya da bir arkadaşımla paylaştığım bir şakayla ilgili olmasalardı onları söyleyemezdim. Başkaları anlamasa da bir gerçeklik duygusu var şarkı sözlerimde.
Mükemmeliyetçi misin?
Hijyenik saplantı anlamında değil. Mükemmeliyetçilik denilince aklıma bu geliyor, her şeyin yerli yerinde olmasını istemek. Şeyler olması gereken yerlerde olmamalıdır.