Tarih: 15 Mayıs 1980
Gazete/Dergi: Quelle – Kaynak (Avusturya Lisesi Öğrenci Dergisi)
Televizyonda ‘İki Tanığı’ seyrediyordum. Baloda dans etmeyi bilmediği için sıkıntı ve utanç içindeki bir genç kızı görünce oturup düşündüm: Dans etmek toplumda neyi ifade ediyordu? Niçin bu kadar önemli? Hatta niçin insanları sıkıntılara bunalımlara boğabiliyor? Ve yine geçenlerde Zimbabwe’de seçimi kazanan Mugabe ile halkının sokaklarda nasıl neşe içinde ve büyük bir rahatlıkla dans ettiğini hatırlayınca soru daha da ilginçlik kazandı. Bir yanda büyük bir ciddiyetle ve hatta korkuyla insanlar dans ederken, diğer yanda bir lider, evet bir başbakan sokakta halkı ile birlikte dans ederek zaferini kutlayabiliyordu. Garip değil mi
‘Dans’ sözcüğünün ansiklopedik karşılığı ‘belirli bir ritme uyan, bu bakımdan da müzikle kaynaşan hareketler ve adımlar dizisi’ diye tanımlanmış. Ayrıca ansiklopedi dansı: karakter dansı, klasik dans, modern dans, salon dansı ve soylu dans gibi bölümlere ayırmış. Evet, soylu dans bile var. İnsan soylu dans diye bir şey duyunca merak ediyor Acaba soysuz dans da var mı diye. Eğer varsa insanlar soysuzca dans ederken çevreye küfürler yağdırıyor ve iğrendirici hareketler (burun karıştırmak) gibi yapıyorlardır diye düşündüm. Örneğin, yani.
Salon dansı ise toplantılarda yapılan vals veya tango gibi danslara verilen admış. Niçin bu danslar belirlenmiş, niçin böyle kesin ayrımlar konulmuş, soylu dans filan gibi adlar verilmiş?
Bütün bu verilerden vardığım nokta, uygar insanların artık dansı dans etmek için değil de; gerektiği için, bulundukları çevre onu istediği için veya toplumdaki yerini sağlamlaştırmak için yaptığı inancını verdi bana. Öyle ya, yoksa bir insan niçin evvelden belirlenmiş olan dansları beceremediğinden bu kadar sıkıntıya kapılsın.
Dans bir gösteri haline geldiğinde ve -yanlış adımları engellemek için- doğaçlamayı da dışladığından dolayı gerçek niteliğini ve amacını yitiriyor. Müziğin, ritmin içimizde uyandırdığı duygular değil, artık bizi dans etmeye iten. Bir şeyler bilmek zorundayız ki, dans edebilelim. Diskotekte gereken iyi ‘Travolta’ bilmek bir baloda ise ‘vals’ -başka ne olabilir ki?- bilmek şart.
Okulumuzun geleneksel balo ekibine katılabilmek için arkadaşlarımızın nasıl sıkıntı içinde vals çalıştıklarını ve bu ‘şova’ nasıl hazırlandıklarını biliyorum. Üstelik yüzde doksanının amacının vals yapmak olmadığı (dans etmeyi istemek manasında), daha çok bir fotoğraf, bir anı olarak!; ‘bunu biz de yaptık’ diyebilmek için yapıldığı da malum. Bir yandan da sevgili ana babalarımızı memnun etmek, oğullarını kızlarını fraklar, bembeyaz tuvaletler içinde görme mutluluğunu vermek de var.
Kısacası dans sınırlandırılıp, sınıflandırılınca ve de bir şey önceden planlı, programlı olunca, olay bütün heyecanını ve anlamını yitiriyor. Önemli olan hiçbir şeyi takmadan, istediğin gibi ve rahat bir şekilde Zimbabwelilerin hala başarabildikleri şekilde dans edebilmek.