Tarih: Kasım 2006
Gazete/Dergi: Roll
BONNIE ‘PRINCE BILLY
The Letting Go
(Drag City)
Bonnie ‘Prince’ Billy’nin gerçek anlamıyla son albümü 2003 tarihli “Master and Everyone”dı (Matt Sweeney ve Tortoiseile yaptığı işbirliklerini ya da “live” ve nev-i şahsına münhasır Nashville usûlü “greatest” albümlerini saymazsak). “M&E”nin piyasaya çıkmadan, yani “M&E” olmadan önceki adı ise “It’s Expected I’m Gone”di. Yani “Gitmiş Olmam Beklenir”di albümün beklenen adı. B’P’B’nin yeni albümünün adında da gitmek fiili yerini almış durumda. Bu kez ama, Türkçeleştirirken “gitmek” fiilini kullanmak zor. Daha çok “koyuveriş”, “bırakış” gibi bir şey “The Letting Go”. Bir şarkıda “seni bırakmışken, beni bırakmadığın için teşekkür ederim” derken, bir başka şarkıda “yaşama tutunmaktan vazgeçiş” gibi bir bağlamda yer alıyor “the letting go”, tıpkı Emily Dickinson’ın bir şiirinde donmayı tarif edişi gibi (bu da albümün içindeki şarkı sözlerini de içeren sayfada yer alıyor). Gitmek ya da gitmemek, kalmak ya da terk etmek… İki albümün de ortak teması ya da temalarından biri bu gibi. Ama her şey aynı kalmış değil B’P’B için. “M&E”de gitmeye çok daha kararlıydı; “aşkta süreklilik palavra’ydı 2003’te. Bu kez sevdiğini “geri çağırarak” bitiriyor albümü B’P’B (albüm “resmen” bittikten sonra bir parça daha sürüyor gerçi). Tabii ki bu durum her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor, zaten kim ondan böyle bir şey bekleyebilir ki? Will Oldham, B’P’B adını ilk kez “I See A Darkness” adlı başyapıtında kullanmıştı. Orada seks ile ölüm “Death To Everyone”da nasıl yan yana geldiyse, düzüşmenin keyfiyle ölecek olmamız arasında nasıl bağ kurulduysa, bu albümün açılışındaki “Love Comes To Me”de de ölülerin artmasıyla (?) aşık olma arasında doğrudan bir bağ kuruluyor. Her şey kırılgan bir dengede, ince bir buz tabakasının üzerinde sürüyor. Buz deyince “The Letting Go”nun İzlanda’da (buz ülkesinde yani) Björk’ün has adamı Valgeir Sigurdssontarafından kaydedildiğini belirtmek lâzım. Bu da özellikle iki şarkıdaki, yani “Cursed Sleep” ve “The Seedling” deki muhteşem yaylı aranjmanlarının sebeb-i hikmetini bize açıklıyor. Albümün şöyle bir hava taşıdığını da düşünüyorum doğrusu: Dışarıda kar, kış, soğuk varken ahşap bir kulübede şömine başında oturma duygusu. Sıcaklık ve soğukluğun kapı komşusu olma hali. Peki ya Faun Fables grubunun Dawn McCarthy’sinin vokallerine ne demeli? Dawn’un sesinde bir buzlar kraliçesi, bir masal havası var. Albüm İzlanda’da kaydedilmemiş olsa da olacaktı bu hava, ama her şey birbiriyle alâkalı gibi duruyor. Hatta prensin vokalleriyle kraliçenin vokallerinin farklı mekânlarda söyleniyor gibi durması da bu soğukluğu destekliyor. Kadın vokalist eşliğine de ilk kez “M&E”de rastlamıştık. BʻP’B her zaman olduğu gibi doğrudan gerçek olaylara gönderme yapmaktan kaçınıyor. Ama açılış parçasında “uçuşan ölüler” Dünya Ticaret Merkezi’nden atlayanları, geleneksel bir blues olan “Cold & Wet” ise müziğiyle New Orleans’ı, sular altında kalmış sokaklardan bahseden sözleriyle de Katrina’yı hatırlatıyor. Ama sözler çoğu zaman sanki serbest çağrışımla, bilinç akışı tekniğiyle yazılmış gibi. Özellikle “Wai” (Hawaicede “su” demekmiş) adlı parçada bu böyle ve “Letting Go”nun ilk düşünülen adı da “Wai”mış. “The Letting Go” elden kolay bırakılmaması gereken bir albüm. İlk başta ısınmak zor, ama her parçada en azından bir güzellik ânı yakalamak mümkün. Ve her dinleyiş te bu anların sayısı çoğalıyor ve albümün tümüne doğru yayılıyor. Bir başyapıt mı? Olabilir. Gibi. Galiba. Yilin en iyi albümü mü? Bittabi! Başka hangi albümde “leoparlar gibi yiyip her gece bacakları açık yatan” kadınlara rastlayacağız ki?