TARİH: 12 Mayıs 2012
GAZETE/DERGİ: Birgün
Spot: Seyfi evi ile işi arasında gidip gelirken, ölüyor. Berbat trafik yüzünden ölüyor. Seyfi’ye çarpan aracın şoförü, aniden en sol şeritten en sağ şeride geçiyor çünkü sağda bir sapak var. Neden daha önce sağ şeride geçmemiş bilmiyoruz.
Seyfi’yi öldüren çarpma nasıl oldu, sizinle paylaşmak istiyorum önce çünkü yanlış bazı senaryolar dolaşıyor ortalıkta. Seyfi’nin kullandığı “motosiklet” bir Vespa. Vespa, sürat ve macera meraklılarının kullandığı bir motosiklet türü değildir. Vespa şehir içinde pratik olduğu için tercih edilen bir araçtır. İşiniz gereği şehir içinde çok dolaşıyorsanız ve berbat trafikte saatlerinizi kaybetmek istemiyorsanız, mantıklı görünen bir tercihtir. Vespa kullanan başka arkadaşlarım da var. Hepsi de işlerini zamanında yapabilmek için bu aracı tercih ediyor.
BU KAZA BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL
Seyfi’ye öğleden sonra 4 sularında bir otomobil arkadan çarpıyor. Bazen yazıldığı gibi, Seyfi akşam vakti doğum günü kutlamasından dönerken kaza yapmıyor. Bu senaryo akla hemen Seyfi’nin alkollü olma ihtimalini getiriyor ama böyle bir şey yok. Seyfi evi ile işi arasında gidip gelirken, ölüyor. Berbat trafik yüzünden ölüyor. Seyfi’ye çarpan aracın şoförü, aniden en sol şeritten en sağ şeride geçiyor çünkü sağda bir sapak var. Neden daha önce sağ şeride geçmemiş bilmiyoruz. E-5 gibi bir yolda, trafiğin en yoğun olduğu saatlerde hızla 3 şerit birden değiştirip, hiçbir araca çarpmazsanız sürpriz olur. Sürpriz olmuyor. Otomobil, Seyfi’nin Vespa’sına arkadan çarpıyor, düşen Seyfi’ye bir başka araç daha çarpıyor. Seyfi, bütün önlemlerini almış, kaskını takmış, sağ şeritten makul bir hızla giderken ölüyor yani. Çünkü TEM ve E-5 potansiyel katillerle dolu yollar; çünkü bu yollarda slalom yaparak araç kullananlara her zaman rastlanır. Ve bunlara karşı hiçbir önlem alınmaz. Bu nedenlerle de Türkiye trafik kazalarında başı çeker birçok kategoride. Eğer, Seyfi’yi neyin ve kimin öldürdüğünü arıyorsanız, trafiği adam etmekle pek de uğraşmayan devleti hesaba katmanız gerekir. Motosiklet kullanmanın doğal sonucu ölmekse motosiklet kullanımı yasaklansın. Ama öyle olmamalı değil mi? Fakat motosiklet kullanmanın doğal sonucu ölmekmiş gibi görülüyor. Bunu çok kişiden duydum. Çok haksız da sayılmazlar, hemen hemen her motosiklet kullanan bir gün kötü bir kaza yaşıyor. Ama bu kazalara motosiklet şoförlerinden çok, kötü araba kullananlar neden oluyor. Bir de işyerlerinin baskısıyla, manyak gibi motor kullanan kuryeler var ki, o apayrı bir mesele.
DERİN, KARMAŞIK VE DÜNYALIYDI…
Seyfi iş yapmaya yönelik bir insandı. Bunu onu görür görmez anlamak mümkündü. Boşa harcayacak zamanı olmayan insanlardandı. Hayata değer veren zamanına değer verir. Seyfi sanki, yaşadığı her ortamın en iyi özelliklerini bünyesinde toplamış gibiydi. Kayserili kökeni de üzerinde görülüyordu, Boğaziçili, Lodzlu (Polonya’daki okuduğu sinema okulun bulunduğu kent, Vuç okunuyor) hayatı da. Basit, yalın ve yerel; derin, karmaşık ve dünyalıydı. Ama hiçbir şekilde kendini beğenmiş değildi. Bireydi ama bireyci değildi. Kolektivistti, yardımseverdi. Birlikte hareket etmeyi, birlikte üretmeyi severdi. “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”in senaryosunun aşamalarını bana da okutmuş, fikrimi sormuştu. Doğrusu, senaryodaki filmi görememiştim. Kitaptakini ise hiç görmemiştim zaten. Ona pek bir faydam dokunmamıştı. Seyfi, Yeni Sinema çevresinin de öncüsüydü. Genç sinemacılar düzenli bir şekilde toplanıyor, Türk sinemasının sorunlarına çare arayabiliyorlarsa, bunu Seyfi’nin öderliğiyle yapıyorlardı büyük ölçüde. Hayatı içinden dönüştüren bir politiklikti onunki; eğer politik biri gibi algılanmamışsa diye yazıyorum bunu. Kolektivizmi, kolektif sözünü kullanmadan hayata geçiriyordu.
O, EKTİĞİNİ BİÇTİ
Bu kolektifliği Seyfi’nin çevresinde de görmek mümkün. Seyfi kaza geçirir geçirmez müthiş bir dayanışma başladı. Bulut Film, ve Altyazı’dakiler başta olmak üzere arkadaşları onu bir an bile yalnız bırakmadılar. Nöbetleşe başında durdular. İsim yazmak istiyorum bir yandan, bir yandan da birisini eksik bırakırsam çok ayıp olur diye duraksıyorum. Seyfi ektiğini biçti, bir sevgi çemberi içinde uğurlandı. Ne mutlu o anneye ve babaya ki böyle bir evlat yetiştirmişler. Ne mutlu ki Ayşegül’e böyle bir adamı eş olarak almış. Ne mutlu bize ki Seyfi’yi tanıdık.
Seyfi üç filmle sinemaya damgasını vurdu. Dünya sinemasının önde gelen yönetmenlerindendi (bir kariyerine bakın, abartmadığımı görürsünüz) ve daha 35 yaşındaydı.