Tarih: Haziran 2004

Gazete/Dergi: Roll

Söyleşi: Orhan Özkırım, Cüneyt Cebenoyan

Manitoba

Phonem by Miller Elektronik Müzik Platosu kapsamında Babylon’un konuğuydu Manitoba mayısta. Post-rock’tan free caza uzanan sert gitarlı, çifte davullu, synthesizer’lı, bol belgesel görüntülü ve ‘maskeli’ şovun ardından Dan Snaith Açık Radyo’da ”Ahtapotun Bahçesi”ne güzel bir mülakat verdi.

KAZARA GÜZELLİK

İsimlerin anlamlarını sorarak başlayalım. Manitoba ne demek? İkinci albüm “Up In Flames” (Yukarıda alevler içinde) ise 11 Eylülü çağrıştırıyor. Bir bağlantısı var mı? 

Dan Snaith: Hayır, bununla bir ilgisi yok. Sadece albümün isminin parlak, enerjik çağrışımlar yapmasını istedim. İsimlerin özel bir anlamları olmuyor. Mesela Manitoba, Kanada’nın kırsal bir bölgesinin adı. 

Bir Kızılderili ismi mi? 

Evet, galiba öyle. 

Konserde, albümden biraz farklı olarak, daha rock bir hava vardı, daha gitar ağırlıklıydı… Albümü tek başıma, ya bir sürü enstrümanı çalarak ya da sample’layarak oluşturdum. Bu yüzden daha elektronik bir altyapısı var. Bitirene kadar, bu albümü nasıl canlı çalarım diye hiç düşünmedim. Daha sonra arkadaşlarımla şarkıları konserler için tekrar çalıştık. Canlı performanslar daha çok albümün sahneye adaptasyonu gibi. 

“Up In Flames” genel olarak Mercury Rev’in eski albümlerini hatırlatıyor, ama onlar beş kişilik bir grup… Stüdyoda nasıl bir yol izliyorsun? 

Genellikle, birbirine uyan ufak loop’lar oluşturarak, sample’lar bularak ya da herhangi bir enstrümanda bir melodi bulup bunları üst üste koyarak ise başlıyorum. Daha sonra bunları birleştirerek ya da vokaller ekleyerek bir şarkıya dönüştürüyorum. Esasında bu da normal bir grubun şarkı yazma ve kaydetme sisteminden çok farklı değil. 

Peki ya vokaller? İlk defa “Up In Flames” de vokalleri olan şarkılar yaptın. 

İyi söz yazarı olduğum söylenemez. Zaten şarkılarda da insan seslerini bir sürü reverb’ün, efektlerin altına gömüyorum. Ama insan sesinin dokusunu çok seviyorum ve bence insan sesi kadar özel başka bir enstrüman yok. 

Perdede çocukluğa dair bir sürü psychedelic görüntü vardı konserde… 

Onları İrlandalı animatörler Delicous Nine hazırladı. Bu herhalde müzikle ilgili onların kendi algılarıydı. Ama bunun yanlış olduğu söylenemez. Psychedelic müziğin genelinde de çocukluğa geri dönüş, masumiyet ve deneme yanılma yöntemiyle bazı şeyleri başka yollardan üretmeyi öğrenme olgusu mevcuttur. Tıpkı bir çocuğun öğrenme süreci gibi… Çoğunlukla müzisyenler ilginç ve ham bir sesle yola çıkarlar. Zamanla bu yolda gitgide daha profesyonel olurlar. Özellikle 60’lar ve 70’lerdeki gruplar buna iyi bir örnek. Yapmaları gerekenleri çok iyi bildikleri için daha temiz bir sound’a ulaşırlar. Ben bu cilalı ürünlerden çok hoşlanmıyorum. İlk zamanlardaki kendi seslerini arayan ve hâlâ tam olarak ne yapmaları gerektiğini bilmeyen hallerini daha çok beğeniyorum. Güzel şeyler bazen kazara olur. Çocuklukta da aynen böyledir. 

Bu tehlike senin için de geçerli, yani zamanla o masumiyeti yitirme tehlikesi… 

Evet, kesinlikle. Bunun üstesinden gelmenin iyi bir yolu, insanın kendine yeni amaçlar edinmesi, çalmayı bilmediği bir enstrümana başlaması ve yeni bir şarkı yaparken aynı anda da bu enstrümanı öğrenmesi… 

“Up In Flames” ilk albümün “Start Breaking My Heart”tan çok farklı. İlk albümden sonra farklı bir şeyler yapmayı özellikle mi istedin? 

Bir sürü nedeni var. Bir sürü elektronik müzik albümü yatak odasında kaydedilmiş ve oraya hapsolmuş gibi geliyor bana. Kulağa daha büyük gelen bir albüm yapmak istedim ben. İlk albümü yeni bitirmiştim, ilerlediğim yoldaki yeni fikirler tükenmişti. Ben de hepsine bir çizgi çektim ve tam olarak ne yapmak istediğimi bilmeden çalışmaya başladım. 

Yani bir sonraki albümde “Up In Flames”den tamamen değişik bir şey de yapabilirsin… 

Kim bilir? 

Konserde sahne tasarımı çok simetrikti: Sağda ve solda iki davul, ortada bir gitar. Arkada oynayan videolardan bir tanesinde yan yana getirilmiş iki görüntüden oluşan simetrik yüzler vardı. Simetrinin senin için özel bir anlamı var mı? 

Matematik öğrencisi olduğum için, tahminimce, bilinçaltımda simetri bana çekici geliyor. Sahnede hepimiz ayı maskeliydik, aynı kıyafetleri giyiyorduk, grubun lideri gibi bir duruşum yoktu. Klasik şarkıcı önderliğindeki topluluk imajından kaçınmak istedim. Burada da sahnedekilerin birbirlerinden ayırt edilemediği, eşit konumda olduğu, biraz garip ve simetrik bir duruş vardı sanırım. 

Neden ayı maskeleri? 

Suratlarımızın görünmemesi düşüncesinden hoşlanıyorum, değişik bir atmosfer katıyor. Sahnede üflemeli enstrümanlar da kullandığımız için, uzun bir araştırma yapmamız gerekti. Ağızlarımızı açıkta bırakan ayı maskelerinin bir nedeni de bu. 

Esinlendiğin ve dinlediğin müzikleri öğrenebilir miyiz? 

Bir sürü farklı müzikten hoşlanıyorum. Hip-hop’la büyüdüm, ardından caz çalmaya başlayınca Albert Ayler ve Art Ensemble of Chicago gibi free cazcılarla tanıştım. Free caz her zaman önemli ilham kaynağım olmuştur. Ayrıca Sub-Pop gibi indie rock plak şirketlerinin patladığı bir dönemde büyüdüm. Aynı zamanlarda çıkan ilk dönem Aphex Twin albümleri ve İngiliz dans müziğini de çok dinledim. Şu an en çok dinlediğim grup Animal Collective olsa gerek. Four Tet, biz, Animal Collective, Explosions In The Sky ve daha birkaç grup, iki hafta önce Londra’da beraber çaldık. Animal Collective’i ilk orada canlı seyrettim; çok başarılılardı. Müziklerinde free cazda sevdiğim özgür ruh var, ama yeni albümlerinde aynı zamanda çok iyi şarkı yazarlığı da var… Bu arada, hâlâ hip-hop dinliyorum. MF Doom ve Madlib’in Madvillain ismiyle çıkardıkları “Madvillainy” albümü çok sıkı. Her ikisi de benim için büyük ilham kaynağı. 

Kanada’da, özellikle Toronto ve Montreal’deki müzik sahnesini biraz anlatır mısın? Şu aralar Manitoba, Akufen ve Godspeed You! Black Emperor gibi gruplarla çok üretken bir alem gibi gözüküyor. 

Kendimi belirli bir müzikal sahneye dahil hissetmiyorum. Genelde tek başıma çalışıyorum. Herhalde taşrada büyümemden kaynaklanıyor bu. Ama Toronto’da her zaman bir müzikal üretkenlik vardı, çünkü New York gibi büyük şehirlere yakındır ve Sonic Youth gibi gruplar hep gelip çalarlar. Ayrıca Eric’s Trip gibi gruplar da çıkmıştır Kanada’dan. Bence Kanada müzik için ideal bir yer, Çünkü hem Amerika hem de Avrupa’ya bağlantıları var. 

İnsan sesinin dokusunu sevdiğinden bahsettin. Hiç daha söz ağırIıklı işler yapmayı düşünür müsün? Belki başka bir söz yazarının da katkısıyla… 

Esasında bu albümde daha söz ağırlıklı olan kimi parçalar var. Arkadaşım Koushik Ghosh’un yazdığı bazı parçalar bunlar… Esasında bir gruba prodüktör olarak yardımcı olmak ilginç olabilir, ama ben değişik sesler üzerine çalışmayı tercih ediyorum daha çok. 

En beğendiğin şarkıcılar kimler? 

Neutral Milk Hotel’in albümlerini severim, Jeff Mangum’la çalışmayı çok isterdim, ama şu sıralar pek bir şey yapmıyor gibi… Genel olarak müzik dinlerken vokalleri ayırmıyorum, onu da müziğin bir parçası gibi görüyorum. 

Decembrists hakkında ne düşünüyorsun, onların da Neutral Milk Hotel’e yakın bir tarzları var.

Değişik yerlerde isimlerini gördüm, ama daha dinleme şansım olmadı. 

Biz bayağı benzettik. 

Bu iyiye işaret. 

Grupla sadece canlı performans için mi berabersiniz, yoksa tekrar beraber çalışacak mısınız? 

Gelecek albüm için bazı şeyler hazır. Ama ben tek başıma çalışıyorum. Zaten çalışma ortamım evim. Bu beni belirli bir çalışma saatine kilitlenmekten kurtarıyor. Bazen akşam 11’den sabah 5’e kadar çalışıyorum. Ama aynı zamanda yeni çalışma yöntemleri bulmak istiyorum. Canlı kaydedilmiş bir proje de yapabilirim. 

Bis’te çaldığınız hip-hop parça neydi?

New York’lu Big Al isimli bir MC’nin sesini kullandığım bir parçaydı. 2001’de çıkardığım “Give’r” isimli EP’den… 

Yeni yaptığın bir parça gibi düşünmüştük… 

Şimdilik hip-hop’a girmeyi çok istemiyorum, çünkü bu tarzda çıkmış birçok vasat iş var. Ben de aynısını yapmak istemem. Böyle bir şey için biraz zaman ayırmam gerek. 

Bazı şarkılarında Afrika sound’ları var. Arada cangıl sesleri duyuluyor gibi. 

Uzak durmak istediğim, ya tam elektronik dans müziği ya da tam rock müzik ritmleri vardı; bunu engellemek için birçok değişik davul ritmleri sample’i kullandım. Ondan olsa gerek. Vurmalıların neredeyse tamamı başka kayıtlardan aldığım sample’lar. Evimde davul seti kuracak kadar yerim olmadığı için.

Senin gibi piyasanın marjında duran bir müzisyen için müzikten yaşamını idame ettirmek mümkün mü? 

Hâlâ öğrenci olmamın avantajları var tabii, çünkü iş hakkında kafa yormama gerek yok. İlk albümden sonra müziği de bir yandan götürürüm diye düşünüyordum. Çok bilinmediğim için bir getirisi olacağını düşünmemiştim. Ama ”Up In Flames”den sonra durum değişti. Okulu bitirdikten sonra birkaç sene sadece müzikle uğraşarak yaşayabilirim gibi görünüyor. Rüyalarımın gerçekleşmesi gibi bir şey… Dün akşamki  Lali Puna / Four Tet konserinde yaklaşık 500 kişi vardı. Bunların kimisi albümü almıştır, kimisi internetten indirmiştir ya da sadece isimlerini duymuştur. Bu önemli değil, ama eğer her büyük şehirde müziğimizi duyan 500 kişi varsa, bu toplamda büyük bir rakama gelir.Underground bir müzik sahnesi gibi gözükse de, bu tarz müzikle ilgilenen birçok insan var. 

İntemet, underground müziği çok değiştirdi gibi. Şu anda dünyanın en uzak yerinde bile olsan neler olduğuna dair bir fikrin oluyor… 

Kesinlikle. Londra gibi bir şehirde yaşasanız bile, bu tür müziklere ulaşmanın bir numaralı yolu internet gibi. İnternetin mesafeleri kısaltıp yaşadığın yeri daha önemsizleştirmesi çok güzel bir şey. 

İnternetteki müzik paylaşımıyla ilgili düşüncelerin neler? Arkadaş arasındaki mp3 dosyalarının değişimi konusunda? 

Daha fazla insanın müziğimi duyması beni mutlu ediyor. Albümü almasalar bile belki konserime gelirler. Herhalde Aerosmith gibi bir grup değilsen zarardan çok kârın oluyor, çünkü müziğinin yayılmasına yardımcı oluyor bu durum. 

Onların ya da Metallica gibi grupların şikayet etmesi daha da beter değil mi? Milyonlarca dolar kazanıyorlar, ama lâ şikayet ediyorlar. 

Kesinlikle çok saçma ve saygısızca. Bu işten en çok büyük plak şirketlerinin idarecileri kaybediyor. Ama amatör bir müzisyenseniz, küçük bir meblağ karşılığında web sitesine şarkınızı koyabilirsiniz ve eminim, insanlar arada büyük dağıtım masraflarının olmadığı bu işlere ilgi gösterir. Herhalde bu da beş büyük plak şirketini endişelendiren bir şey. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com