Tarih: Temmuz 2008

Gazete/Dergi: Roll

BONNIE ‘PRINCE’ BILLY 

Lie Down in the Light

(Drag City)

Will Oldham yani Bonnie ‘Prince’ Billy (BPB), daha öncesi de var gerçi ama, profesyonel olarak yaklaşık 15 senedir müzik yapıyor. Herhangi bir albüm, bir EP, bir single çıkarmadığı sene yok. Çoğunlukla birden fazla ürün veriyor bir yıl içinde. Buna aktör olarak yaptıklarını eklemiyoruz. Ve bu eserlerin içinde kötü denilebilecek bir şey yok. Daha iyileri var, daha az iyileri var ama hepsi bir standardın üzerinde. Bu yüksek kaliteye ve niceliğe ulaşabilen ikinci bir isim gelmiyor aklıma. Sırf 2008’de yaptıklarına bir bakalım isterseniz: ”Wilding in the West” (live albüm), Baby Dee’nin ”Safe Inside the Day”i (prodüktör ve vokalist), ”Louisville Is For Lovers 8”  (bir şarkıyla katıldı) Sun Kil Moon’un ”April”ı, Dosh’un ”Wolves And Wishes”ı. The California Guitar Trio’nun ”Echoes” albümleri ve Numero 6’in ”Quando Arriva La Gente Si Sente Meglio” EP’sinde vokalist. Ve tabii ki bu yazının konusu olan ”Lie Down in the Light” var bir de. Şu sıralar turnede, ama biter bitmez bir süredir üzerinde uğraştığı yeni şarkılar için stüdyoya girecek. 

Oldham müzik dünyasına adımını attığında neredeyse amatör gibiydi. Lo-fi diye tanımlanabilecek bir sound’u vardı, sesine de, müziğine de bir kırık döküklük hakimdi. Ama karanlık şarkılarına bu tarz çok da iyi uyuyordu. Biz hayranları, bunu bilinçli bir seçim sanıyorduk o zamanlar. Ama zaman içinde öyle olmadığını anladık. Oldham işi yaparken öğreniyordu. Palace adını bir kenara bırakıp Bonnie ‘Prince’ Billy adını kullanmaya başlaması, niteliksel bir sıçramaya da işaret ediyordu. Artık sesi eskisi gibi çatlamıyor, müziği daha az gevşek tınlıyordu. Bu yıl Baby Dee’nin ”Safe Inside the Day”inde adını ilk kez prodüktör olarak da gördük. Palace döneminde ”prodüktör ne işe yarıyor, bilmiyorum” diyen adamdan bugüne çok şey değişmişti. ”Lie Down In The Light”ın (LDITL) ilk başta dikkatimizi çeken yanı da prodüksiyonun yüksek kalitesi oldu. ”Master and Everyone”da da birlikte çalıştığı Mark Nevers üstlenmişti prodüksiyonu, ama bu albüm o albümün basitliğinden uzaktı uzaktaydı. Bir önceki albümü ”Letting Go”da da Björk’ün prodüktörüyle çalışmıştı ve o albümde de gayet iyi işlenmiş şarkılar bulunuyordu, fakat orada prodüktörün katkısında sanki dışsal bir şey vardı. Yani mesela o albümün ilk single’ı olan ”Cursed Sleep” yaylılarıyla falan gelmiş geçmiş en az BPB kokan şarkı gibi duruyordu. Oldham başkasının şarkısına vokal yapmış gibiydi.

Ama tabii bunları söylerken ”LDITL”nin de eski BPB’den farklı olduğunu söyleyerek kendimle çelişeceğim. Prodüksiyonun yüksekliği, bateri olmaması, en çok yaşama sevinci kokan ve en aydınlık BPB albümü olmasının yanısıra en ”country” albümü de bu BPB’nin. ”The Letting Go” en Avrupai albümüydü. ”LDITL” en Amerikai albümü Prens’in.  ”The Letting Go” aralık ayı İzlanda’sının soğuğunda kaydedilmişti, ”LDITL” eylül ayı ve Nashville’inin (Nevers’ın ve country müziğin memleketi) sıcağında; ısı farkı bariz. BPB’de de biraz Ry Cooder yaklaşımı var; Buena Vista Social Club’ın yaptığı gibi, geleneksel, yaşlı müzisyenlerle çalışmayı, onlardan öğrenmeyi seviyor. Bunu daha önce ”BPB Sings Greatest Palace Music” albümünde de yapmıştı. Bu kez yeni şarkılarda aynı işi yapmış ve ortaya çok daha bütünlüklü bir müzik çıkmış. Çekirdek kadroda ise Marc Ribot’nun Ceramic Dog’uyla İstanbul’da çalan Shahzad Ismaily ve BPB’yle birlikte CRR’de izlediğimiz Emmett Kelly gibi isimler var. ”Master and Everyone”dan beri BPB kadın vokalistlerle düet yapmayı seviyor. Bu kez en başarılı seçimini yapmış: Ashley Webber’in  sesi ve BPB’yle uyumu muhteşem. Bu Kanadalı kadın vokalistin sesi, Amerikan kadınları hakkında imgelemimde sevdiğim her şeye denk geliyor.

Albümün temaları aile, sevgi, kayıp, seks ve tanrı inancı (galiba)… Galiba dememin nedeni, BPB’nin söylediklerini birebir yorumlamaya kalkmanın risklerinin farkında olmam. Albümünün kapağında kanatlı bir melekle güreşen bir adam resmi var (annesi yapmış, ”I See A Darkness”ın kapağı da onundu). Bu, Eski Ahit’teki Yakup’la Tanrı’nın güreşine temsil ediyor (Yakup, Tanrı’yı yener). Albümün kapanışındaki parçalar ”Willow Trees Bend” ve özellikle de bir cover olan ”I’ll be Glad”e bakarsanız Hıristiyan bir şarkıcıyla karşı karşıya olduğunuza inanırsınız. Ama durumun öyle olmadığını röportajlardan biliyoruz. BPB dinlere inanmıyor, onları kusurlu insanların, açıklanamaz olanı açıklamaya çalışan kusurlu ürünleri olarak görüyor. Üç gün sonra geri gelmek üzere insanların günahları için ölen İsa’ya inanmıyor. Ama insanlığın inanma arzusunu hissediyor ve şarkısını söylüyor. ”Master and Everyone”da yer alan ”Three Questions”da da ”Elhamdülillah” dediğini hatırlayalım.

Albümün en güzel ve BPB’esk şarkısı ”So Everyone” ise garip ama yine de inanılmaz romantik bir şarkı. Anladığım kadarıyla, yaşlıca bir kadınla bir oğlan çocuğu arasındaki oral seksten söz ediyor. Üstelik bu ilişkinin teşhirci bir yanı da var. Ve bütün bunlarda ironi falan yok; bu bir aşk şarkısı. Ve yüceltici bir yanı var. Böyle bir şarkıyı dünyada bir tek kişi yazabilirdi.

Albümde kötü bir şarkı yine yok. Ama bu kimilerinin kıyasladığı, ”LDITL”ın kötü kalpli ikizi olarak gördüğü ”I See A Darkness” kadar muhteşem bir albüm de değil. BPB bu albümün aydınlık tonunu zorlu bir süreç olan albüm kaydetme işini ne kendisi ne de başkaları için işkenceye dönüştürme isteğine de bağlıyor biraz. Klarnetler, bar piyanoları, alışık olmadığımız hafif bir duygu katmış bu albüme. Tabii karanlık şarkılar da var, ayrılıktan, kayıptan söz eden. Nihayetinde BPB külliyatında gururla yerini alacak bir albüm ”LDITL”. Zaten, denildiği gibi, kötü albümü yoktur, yeterince dinlenmemiş BPB albümü vardır. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com