Tarih: Ocak 2010

Gazete/Dergi: Milliyet Sanat 

Onat Kutlar’ın bombalı bir saldırıda ölümünün üzerinden 15 yıl geçti. Aynı saldırıda ablası Yasemin’i de kaybeden Cüneyt Cebenoyan, bilinenin aksine olayın faili meçhul olmadığını belirtiyor. 

ONAT KUTLAR’ı kaybedeli 15 yıl oldu. Onat Kutlar şairdi, denemeciydi, hikaye ve senaryo yazarıydı ama bence her şeyden önemlisi bir eylem adamıydı. Bir şövalyeydi o ve daima en ön safta savaşıyordu. Hikaye denilince ”İshak”la öncü bir eser ortaya koymuştu. Kürt açılımından çok önce Kürt gerçekliğini anlatan senaryolara imza atmıştı. 1965’te Sinematek’i kurmuş ve yönetmişti. Böylece, İstanbul Film Festivali başlamadan çok önce, dünya sinemasını İstanbullular için izlenebilir hale getirmişti. Ki zaten İstanbul Film Festivali de onun katkılarıyla büyüyüp serpilecekti. 

Hayatımızda önem sahibi olmuş ve olmayı sürdüren birçok insanı o keşfetmiş, ellerinden tutmuş ve bugün bulundukları yerlere gelmelerini sağlamıştı. 12 Eylül döneminde de susmamış, “Aydınlar Dilekçesi’ne öncülük etmişti. Bence baş yapıtı olan eserlerini ise burada, Milliyet Sanat’ta yayımlamıştı ilk kez. Bunlar 12 Eylül karanlığında içerde yatanlara yazılmış mektuplardı ve sonra “Yeter ki Kararmasın” adı altında kitaplaştırıldılar. 

Kutlar bu kitabında dönemin aydınının içinde bulunduğu ruh halini çok iyi anlatmıştı “Düşle Gerçek Arasında” başlıklı yazısında: 

“Bu gördüklerimiz, görmekte olduklarımız mı düş, yoksa geçmiş yıllarda yaşadıklarımız mı? Biri doğruysa öbürü nasıl doğru olabilir? 

Nasıl bir alacakaranlık… Geceyle gün düzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırları birbirine karışır.” (15 Aralık 1982) 

Bunları yazdıktan 12 yıl sonra o bitmek bilmeyen alacakaranlık Onat Kutlar’ı da yuttu. Onurlu bir mücadele vermeyle alçaklık arasında yolunu kaybeden birileri bir kör saatte öldürdüler onu. 

Kutlar, 30 Aralık 1994 günü The Marmara Oteli’nin girişindeki Opera Pastanesi’ne gitmişti. Eşi Filiz Kutlar’la evlilik yıldönümlerini kutlayacaklardı. Ablam Yasemin Cebenoyan da aynı saatlerde aynı pastanedeydi. Yasemin’in de bir gün önce doğum günüydü ve bir arkadaşı hediyesini vermek için Yasemin’i o pastaneye çağırmıştı. Deniz Demiradlı başka biri de o gün aynı saatlerde o pastaneye gitmiş, aranmadan içeri girmiş ve paltosunu askıya asıp çıkıp gitmişti. Paltoda bomba vardı. O günlerde Taksim’deki kafelere ve barlara yönelik ciddi tehditler savuran köktendinci örgütler vardı ama önlem alınmamıştı. 

Kaderlerini bomba birleştirdi 

Federico Garcia Lorca’dan söz ettiği, 15 Haziran 1983 tarihli ve yine ilk kez Milliyet Sanat Dergisi’nde yayımlanan “Granada” başlıklı yazısına “Kokuyu duyuyor musun? Sanki bir yerlerde yasemin var,” diye başlar Onat Kutlar. Yasemin’in o gün orada olduğunu bilmiyordu Onat. Tanışmıyorlardı. Kaderlerini o bomba birleştirdi Bombanın patlaması sonucunda vücuduna saplanan metal parçaları Yasemin’i o gün o pastanede öldürdü. Yasemin 37 yasındaydı. Onat Kutlar ise aldığı yaralar sonucunda hastaneye kaldırıldı. Bağırsaklarında oluşan yara fark edilmedi. Bu yara sonucunda 11 Ocak 1995 günü hayatını kaybetti. Kutlar öldüğünde 59. doğum gününe sadece iki hafta kalmıştı. 

Yasemin hayatımdaki belki de en önemli kişiydi. Onat Kutlar’la ise giderek gelişen bir dostluğumuz, iş arkadaşlığımız vardı. Bir sektör dergisinde tanışmış, bir televizyon programının yapımında birlikte çalışmıştık. İstanbul Film Ajansı adlı bir şirketi vardı Kutlar’ın. Bu şirkette yapımcı olarak çalışan Fatih Aksoy istifa ettiği zaman Kutlar bu görevi bana teklif etmişti. Para işlerinden anlamadığım için ürkmüş, cevap vermeyi erteleyip durmuştum. Ardından da bomba geldi. 

Kutlar hedeflenmemişti 

Aradan 15 yıl geçti. Bugün, Kutlar’ın katillerinin bulunmadığını sananlar çoğunlukta. Bu dediğim bir tahmin değil, bizzat konuştuğum bazı iş arkadaşları bile benden öğrenene kadar aynı kanıdaydılar. Öyle sanılması için yeterince neden var. Örneğin Atilla Dorsay, Kutlar’ın ölümünün 9. yıldönümünde 11.1.2004 tarihli Sabah Gazetesi’nde şöyle yazmış: “Asla bilinmemiş katili, katilleri, o serseri bombanın ne denli güzel bir insanı öldürdüğünü bilseler, hayatları nasıl kararırdı diye hep düşünmüşümdür…” 

Zeynep Oral ise 10 Ocak 1993’te Cumhuriyet’te şunları söylemiş: “Aradan yedi yıl geçti ve bu ülke hâlâ onun ve Yasemin’in katillerini bulamadı.” 

Daha yakın tarihten bir örnekte, Radikal Kitap’ın 25 Eylül 2009 tarihli sayısında, Burcu Aktaş şöyle yazmıştı: “Bombayı bırakanlar bulunmadı (sahi, yazarları, düşünce adamlarını öldürenler itinayla bulunamıyordu buralarda).” 

Oysa olaydan çok kısa süre sonra dönemin başbakanı Tansu Çiller bombayı koyanların bulunduğunu basına bizzat açıklamıştı. Bombalamadan PKK sorumluydu. Reha Muhtar’ın haber programında sanık Deniz Demir’in poliste yaptığı itirafları kendi ağzından dinlemiştik. Demir’in davası, başka davalarla da birleştirildiği için Nisan 2007’ye kadar uzadı ve nihayet Yargıtay’ın da onamasıyla bu tarihte sonuçlandı. Pişmanlık yasasından yararlanan ve 9,5 yıl hapiste kalan Demir daha önce tahliye edilmiş olduğu için dava sonuçlandığı sırada serbestti, fakat 2,5 yıl daha yatması gerekiyordu. Deniz Demir kalan cezasını çekti mi, çekmedi mi, bilmiyorum. Eğer, davanın sonuçlanmasından sonra içeri alındıysa, şimdi cezasını tamamlamış ve özgür olmalı. Alınmadıysa da zaten serbestti. 

Şeriatçı barbarlar 

Olayın ardındaki örgütün PKK çıkması beklenen bir şey değildi. Şeriatçı İBDA-C olayı üstlenmişti zaten. 12 Ocak 1995 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde ilk sayfadaki başlıklardan biri “Şeriatçılar Kutlar’ımıza Kıydılar” idi. PenYazarlar Derneği de ‘şeriatçı barbarları’ suçluyordu yaptığı basın açıklamasında. Kürt hareketinin Onat Kutlar’la alıp veremediği yoktu ve olamazdı ki! Ama Kutlar kişisel olarak hedeflenmemişti; bu gerçek göz ardı ediliyordu. Bombanın kimi öldüreceği belli değildi. Ölenlerin kimliğinden yola çıkılarak katilin kim olması gerektiği sonucuna varılıyordu ve bu sağlıklı bir yöntem değildi. PKK’nın bazen sivilleri de hedef aldığı tamamen göz ardı edilmişti. Soruşturmanın ne denli sağlıklı yapıldığına dair de kuşkular vardı. Ki bu kuşkuları en çok dile getiren, soruşturmanın eksiklerini en çok eleştiren kişi ben oldum. Ama olgu olgu dur! Kesinleşen yargı kararına göre Onat Kutlar ve Yasemin Cebenoyan’ı PKK öldürdü. Bu sonucun hakikati yansıtmadığına inanmak herkesin hakkıdır. Ama yargının kararını yok saymak yanıltıcı bir tavır oluyor. 

“Hakkari’de Bir Mevsim” ve “Hazal” gibi Kürt halkının geri kalmışlığını ele alan filmlerin senaristi Kutlar’ın ve ablam Yasemin’in yaşam ve ölümlerinin Kürt Türk barışının kurulmasına, şiddetin sona ermesine katkıda bulunabilmesini diliyorum. Bunun için olguları görmezden gelmek değil, onları bütün yönleriyle ele almak ve tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Yoksa, onurla alçaklığın sınırlarının birbirine karıştığı bu kör saatten, her şeyi yutan bu alacakaranlıktan çıkamayacağız. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com