Tarih: Aralık 2012
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
Bu ay 9 yıllık bir aradan sonra çektiği yeni filmi “Ben ve Sen / lo e Te” gösterime giren Bernardo Bertolucci’nin hep gençlere ve yeniyetmelere ilgi duyan bir yönetmen olduğu göze çarpıyor.
“ÇÖLDE ÇAY”IN DVD’sinin ekstralarında yer alan John Malkovich röportajinda ünlü oyuncu İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci hakkında şöyle söylüyor: “Bertolucci çok karmaşık biri… Ama aynı zamanda çok da çocuksu biri. Bu çocuksuluğu korumuş çok az insan vardır.”
Malkovich’in ağzından Bertoluccinin çocuksu olduğunu duyduğumda ilk anda biraz şaşırdım ama sonra filmlerini düşününce şaşırdığıma şaşırdım. Bertolucci hep gençlere ve yeniyetmelere ilgi duydu. Son filmi “Ben ve Sen Io e Te”de 14 yaşındaki bir delikanlıyı ve onun ablasını filmin merkezine alıyor. Üstelik bu delikanlı, filmin belki de en akılda kalan sahnesinde annesine “Bir oğlun annesiyle sevişmesi neden mümkün değil?” sorusunu soruyor. Ödipal karmaşanın tam kalbinde yatan da bu ensest problemi zaten ve yetişkin biri olmak ya da olmamanın kilidini bu problem açıyor. Bertolucci, bu meseleyi daha önce de “Ay / La Luna”yla ele almış, anne ile 15 yaşındaki oğlu arasındaki ensest ilişkiyi anlatmıştı. Anneyle yatmak istemekten daha çocuksu ne var ki?
PSİKANALİZE MERAKLI
Bertolucci’nin psikanalize merakı da bilinen bir gerçek ve bunun ardında büyük ihtimalle kendi büyümemişliği var. Bertolucci’nin “Ben ve Sen”den önceki son filmi “Düşler, Tutkular ve Suçlar / The Dreamers”, 20’li yaşlarının başlarındaki gençlere dairdi. Yine ensest güçlü bir motifti filmde ve ilk cinsel deneyimler anlatılıyordu. “Çalınmış Güzellik / Stealing Beauty”, 19 yaşındaki bir genç kızın, Amerikalı Lucy’nin (Liv Tyler) ilk cinsel deneyimiyle ilgiliydi. Bu filmde de baba kızının yarı çıplak bir tablosunu yaparken ensestin kokusu kesif biçimde duyulur. “Paris’te Son Tango / Last Tango in Paris”in kadın kahramanı da Lucy ile aynı yaşlardadır; Maria Schneider’in canlandırdığı Jeanne 19 ya da 20’sindedir. “Küçük Buddha”nın kahramanı, adı üstünde zaten, küçük bir çocuktur. En büyük filmi “Son Imparator / The Last Emperor” da ise kahramanını çocukluğundan itibaren izler.
BÜYÜYEMEMENİN BEDELİ
Yabancılaşma ve iletişimsizlik, aşkın imkansızlığı Bertolucci’nin en iyi anlattığı temalar. Bertolucci, kahramanlarını yabancı oldukları mekanlara götürmeyi sever. Böylece yabancılaşma ve iletişimsizlik elle tutulur, gözle görülür hale gelir. Paris’te Son Tango’nun Paul’ü kendi hayatını anlatırken, bir gezginin, yersiz yurtsuz birinin hayatından söz eder. Amerikalıdır Paul, boksörlük yapmış, bongo çalmıştır. Güney Amerika’da devrimci, Japonya’da gazeteci olmuştur. Tahiti’de Fransızca öğrendikten sonra, Paris’e yerleşmiştir sonunda. “Çölde Çay”da John Malkovich’in canlandırdığı Amerikalı Port kendisi ve eşini turist değil ‘seyyah’ olarak tanımlar. Turist ona göre, bir yere gelir gelmez evine dönmeyi isteyen kimsedir. Oysa onlar, gittikleri yere yaşamak için giderler ve uzun süre belki de ölene kadar kalırlar. Paul ve Port, iki Amerikalı seyyah gittikleri bu yerlerde ölürler de hakikaten. Geri dönmezler turistler gibi. “La Luna”nın anne oğlu da, Avrupa’da seyahat eden Amerikalılardır. Bertolucci’nin bir başka Paris’teki Amerikalısı da “Düşler, Tutkular ve Suçlar”daki genç Matthew’dır. “Çalınmış Güzellik”in Lucy’si ise İtalya’da aşkı arayan Amerikalı bir genç kızdır.
SİMETRİK FİLMLER
Fakat yine “Paris’te Son Tango” ve “Çölde Çay”a dönelim. Bu iki film sanki birbirlerinin simetriğidir bazı açılardan. “Paris’te Son Tango’yu yeniden izlediğimde filmin kadın düşmanı denilebilecek bir tonu olduğunu da düşündüm ilk defa. Oysa bu film efsanevi kadın eleştirmen Pauline Kael tarafından yüzyılın en büyük sanat olaylarından biri sayılmış, Stravinsky’nin “Bahar Ayini” müzik için neyse ”Paris’te Son Tango”nun da sinema için o anlama geldiğini yazmıştı. Beni de derinden etkilemiş bir filmdir. Bu filmde Paul ölü karısının başında şöyle der, “Bir
200 yıl bile yaşasa, karısının hakikatini (gerçek doğasını) keşfedemez. Evrenin sırlarına vakıf olabilirim ama senin gerçeğini asla kavrayamayacağım. Asla!”
“Çölde Çay”da filme kaynaklık eden kitabın yazarı Paul Bowles’ın sesi duyulur bir an bir sahnede. Bowles, Kit’i (Debra Winger), kocası Port’un aralarındaki gerilimi azaltma ve iletişim kurma çabalarına yanıt vermemekle suçlar. Üçlü aşk ilişkileri vardır bu filmlerde, iki erkek ve bir kadından oluşan. “Paris’te Son Tango”da Paul intihar eden karısını hayattayken başka bir erkekle paylaşmıştır. Daha sonra ilişkiye geçtiği Jeanne’in ise bir nişanlısı vardır. Paul, birlikte olduğu kadınları paylaşma durumundadır hep. “Çölde Çay”da da benzer bir üçlü ilişki var. Port ve Kit’e yolculuklarında bir başka erkek, yakışıklı ve genç George eşlik eder ve George, Kit’le bir gece geçirmeyi de başarır.
İki filmde de eşlerden biri ölür. “Son Tango”da filmin sonunda Paul de ölecektir ama önce Paul’ün eşinin intiharı gerçeğiyle tanışır seyirci. Paul’ün ruh halini belirleyen bir olaydır bu. Paul iletişim kuramadığı bu evlilikten sonra, iletişim olmayan bir ilişkiye girer. Henüz ergenlikten çıkmış Jean’la ilişkisinde homurdanmayı, iletişim biçimi olarak önerir, adını söylemez ve ilişkiyi eve (bir nevi çöl) hapseder. “Çölde Çay”da bu kez erkeğin yani Port’un ölümünden sonra Kit
bir Bedevi delikanlıyla, çocuk yaştaki bir Arap’la ilişkiye girer. İlişkide seks dışında bir şey yoktur, ortak bir dil ise aranmaz bile. Bertolucci bize sanki aşkın ne toplum içinde ne de toplum dışında bulunacağını anlatmak ister. Filmlerin kahramanları yetişkinlerle iletişim kuramadıklarında, birey olarak görmedikleri çocuksu eşlere yönelirler ve bu eşlerle iletişim kurmazlar. Böylece kendileri de çocuklaşırlar. Ama toplumsalın dışına kaçış yine toplum tarafından emilmeyle sona erer. Gerçeklik ilkesi haz ilkesini yener ama bu aynı zamanda bireyin de yok oluşu olur. Bütün bu varoluşsal ya da varoluşçu bunalımların ardında bir türlü tatmin edilemeyen ve aşılamayan ensest arzusu olduğunu düşünebiliriz. Yetişkin olamayan ama çocukluğa da dönemeyen bireyler…
“Ben ve Sen”de de toplum dışına kaçan, kendi çölünü yaratan bir delikanlı var. Sanki annemle sevişemiyorsam, batsın bu dünya’ der gibidir 14 yaşındaki asosyal Lorenzo. “Teslimiyet Besieged”, *Paris’te Son Tango” ve “Düşler Tutkular ve Suçlar”ın kahramanları gibi o da kendisini kapalı bir mekana hapseder; okul gezisine katılıyorum diye annesini kandırarak bodruma saklanır. Ama Lorenzo’nun asosyalliği, ablasının (anne ayrı, baba ortak) gelişiyle bozulur. Filmin soundtrack’inde David Bowie’yi “Space Oddity’yi İtalyanca (Ragazzo Solo, Ragazza Sola) söylerken duyunca şaşırmayın!
Bertolucci bu kez pek etkileyici bir film yapamamış ne yazık ki. Nedeni, yaklaşık 10 yıldır sinemaya ara vermiş oluşu mudur yoksa sırt ağrılarının sonunda onu tekerlekli sandalyeye mahkum hale getirmesi midir bilemiyoruz ama Bertolucci’de bir form düşüklüğü var. Yine de bir Bertolucci her zaman bir Bertolucci’dir’ ve kim bilir belki de filmin ikinci bir seyredişte vakıf olacağımız derinlikleri vardır. Başa dönecek olursak, çocuksuluğu konusunda Bertolucci de en azından kuşkuda. “Ben ve Sen”in basın bülteninde neden gençlere ilgi duyduğunu anlatmaya çalışırken “Belki de ben de durdurulmuş bir büyüme vakasıyım” diyor!