TARİH: 27 Ekim 2007
GAZETE/DERGİ: Birgün
Almancı Türkler, Türkçü Almanlar
Yaşamın Kıyısında çok fazla temaya el atmış. Kuşaklar arası, kültürler arası çatışmalar, sol siyasi hareketler, AB-Türkiye ilişkileri, İslamcılar vs, vs… Ama bunların hiçbirisinin altı dolmuyor.
Yönetmen: Fatih Akın Oyuncular: Baki Davrak, Hanna Schygulla, Patrycia Ziolkowska, Tuncel Kurtiz, Nursel Köse, Yelda Reynauld, Erkan Can, Nurgül Yeşilçay Ülke: Almanya Türkiye
Fatih Akın olmak, ‘Duvara Karşı gibi çok beğenilen bir filmin ardından yeni bir filme soyunmak çok zor bir iş. Öte yandan da çok talihli bir durum tabii, Akın’ın yerinde olmak. ‘Yaşamın Kıyısında’yı yapmayı zorlaştıran şeyler, aynı zamanda filmin başarılı görülmesinde de etkili rol oynuyorlar. Yaşamın Kıyısında, Duvara Karşı’dan önce yapılmış olsaydı, Cannes’a yarışmalı bölüme çağrılır, orada en iyi senaryo ödülü alır, Avrupa Parlamentosu’nca taltif edilir miydi? En azından bütün bunlar çok daha zor gerçekleşirdi.
Akın’ın anlatmakta çok başarılı olduğu bir kesim var: Almancı Türkler. Eğer Akın batı yakasının Türklerini anlatıyorsa, filmi enerji ve derin bir içgörüyle dolup taşıyor; iyiliklerinde de, kötülüklerinde inandırıcı olabilen üç boyutlu karakterlerle karşılaşıyoruz. Yaşamın Kıyısında’nın ilk bölümünde ilk kuşak Gastarbeiter’lerden Ali rolünde Tuncel Kurtiz döktürüyor yine. Nursel Köse de ‘hayat kadını’ Yeter rolünde Tuncel’den aşağı kalmıyor. İki oyuncu bu bölümü uçuruyorlar, senaryonun pek de inandırıcı olmadan izlediği rotaya rağmen. 70’lik Ali, seviştiği Yeter’e para karşılığında kendi yanında kalmasını teklif ediyor. Tam da teklifin geldiği gün radikal İslamcılardan tehdit alan Yeter, Ali’nin yanına yerleşiyor. Yeter’in Ayten (Nurgül Yeşilçay) diye Türkiye’de yaşayan ve annesinin bir ayakkabı imalathanesinde çalıştığını sanan bir kızı olduğunu öğreniyoruz. Ali’nin de Germanistik profesörü olan, Türk’ten çok Alman özellikleri taşıyan Nejat (Baki Davrak) adlı bir oğlu var.
Yüzeysel ve derinliksiz
Akın filminin bölümlerini adlandırırken nelerin olacağını saklama gereği duymamış. “Yeter’in Ölümü” adını koyduğu bu ilk bölümün hangi olayla biteceği sır değil yani.
“Lotte”nin Ölümü” adlı ikinci bölümde ise sol siyasi bir eylemci olan Ayten’in öyküsünü izliyoruz. Fatih Akın, Türkiye’ye geldiğinde aynı derecede başarılı karakterler yaratamıyor. Ayten de doğrusu kanlı canlı bir karakter olamıyor. Ne cinsel ne de politik kimliği üzerine oturuyor. Polis takibinden kaçan Ayten Almanya’ya giderken, Ali’nin oğlu Nejat da Türkiye’ye Ayten’i bulmaya geliyor.
Ayten Almanya’da Lotte’yle (Patriycia Ziolkowska) tanışıp aşık oluyor ama yakalanıp Türkiye’ye iade ediliyor. Ayten’in peşinden Türkiye’ye gelen Lotte de hayatını yitiriyor.
Film iki farklı kuşağın sağ kalanlarının, anne-kız, baba-oğul ilişkisinde yeni başlangıçlar arayışıyla sonlanıyor.
Yaşamın Kıyısında çok fazla temaya el atmış. Kuşaklar arası, kültürler arası çatışmalar, sol siyasi hareketler (Akın belli ki örgütlere güvenmiyor!), AB-Türkiye ilişkileri, İslamcılar vs, vs… Ama bunların hiç birisinin altı dolmuyor. Bir yüzeysellik, derinliksizlik duygusu filmin peşini bırakmıyor. Başta da dediğimiz gibi Tuncel Kurtiz ve Nursel Kurtiz’in yer aldığı sahneler gayet başarılı ama onlar sahneden çekildikten sonra, filmin nabzı da atmamaya başlıyor. Perdeden seyirciye bir duygu akmıyor.
Yine de bir Fatih Akın filmi bir Fatih Akın filmidir. Elbette gidip görecek ve kendi kararınızı kendiniz vereceksiniz.