TARİH: 14 Şubat 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Bu yılki Vesoul Film Festivali’nde onur ödülü alan İranlı muhalif sinemacı aile Mahmalbaf’lara göre Ahmedinecat’tan sonra her şey tepetaklak gitmeye başlamış…
Fransa’nın 25 bin nüfuslu küçük bir kenti olan Vesoul 15 yıldır uluslararası bir festivale, hem de kendi kulvarında yani Asya filmleri alanında Avrupa’nın en büyük festivaline ev sahipliği yapıyor. Kentin nüfusu kadar bilet satışı yapılmış geçen yıl festivalde. Bunun ne kadar inanılmaz bir sayı olduğunu mesela İstanbul’la kıyaslarsanız, anlarsınız.
Aynı oranı tutturmak için İstanbul Film Festivali’nde 10 küsur milyon insanın bilet alması gerekir ki bu imkânsız. Tabii sadece İstanbul için değil, büyük bir kentte yapılan herhangi bir festival için de imkânsız. Bu yıl NETPAC (Asya Sineması’nın tanıtımı ağı) jürisinim üyesi olarak festivalin davetlisiyim. Yarışmada 9 film yer alıyor. Bu filmlerden sırası geldikçe söz edeceğim.
‘FİLM ÇEKMEME İZİN VERMİYORLAR’
Festival son derece iyi organize edilmiş ve güzel salonları olan bir sinema kompleksinde gerçekleşiyor. Açılış gecesinde festivalin onur ödülü İranlı muhalif sinemacı aile Mahmalbaf’lara verildi. Ödül töreninde Semira hariç diğer bütün yönetmen Mahmalbaf’lar, yani ‘Utanç’ın yönetmeni Hana (aslında Hena), ‘Şaşkın Köpekler’in yönetmeni Marzieh Meşkini (Mohsen’in ikinci eşi), ‘Seks ve Felsefe’nin yönetmeni Mohsen hazır bulundular.
Mahmalbaf’larla Paris’ten Vesoul’e birlikte yolculuk yaptık ve yolculuk sırasında sohbet ettik.
Hena’ya yurtdışında açık saçla dolaşmasının ülkesine döndüğüne başına sorun açıp açmayacağını sordum.
“Sorun çıksa ne fark eder? Film çekmeme izin vermiyorlar, bundan büyük daha ne ceza verebilirler ki!” dedi ve sözü babası Mohsen devraldı.
“4 yıl önce İranı terk etmek zorunda kaldım ve şimdi gidersem derhal tutuklanırım. Bunlar faşist. Şah döneminde 4,5 yıl hapis yattım, işkence gördüm. Ben o dönemde daha 15-16 yaşındaydım. Politikleşmem camilerde olmuştu. Fakat başımıza ne geleceğini düşünememişiz. Aslında Humeyni’nin konuşmalarına bakarsanız birçok demokratik unsur içerir. Ama iktidara geldikten 1 yıl sonra hepsini unuttular.
Hatemi dönemi biraz rahattı. Ama Ahmedinecat’tan sonra her şey tepetaklak gitmeye başladı. Şimdi izin alamıyoruz film çekmek için, o nedenle son yıllarda filmlerimi hep yurtdışında Afganistan’da ya da Tacikistan’da çektim. Ama Samira’nın son filmi ‘İki Ayaklı At’ın çekimleri sırasında, 35mm kameranın altına bomba atıldı. Patlamada 1 kişi öldü. Bunu İran’ın yaptığını düşünüyorum. Beni zehirlemeye bile kalktılar. Afganistan’da kaldığım otele İranlı bir aşçı kadın gönderdiler. Şah dönemi kötüydü, hapis yattım, işkence gördüm, hâlâ o işkencelerin izlerinin etkisi var bedenimde, sana gösterebilirim ama bugünden daha özgürdük.
‘ASIL İPLER HAMENEY’İN ELİNDE’
Benim eski asistanım Macid Macidi ruhunu rejime sattı. Onların askeri oldu, bu sayede film yapıyor. Filmlerimize izin verildiği dönemde de şöyle bir sansür uygulanırdı. Mesela ‘Kandahar’ Fransa’da 100’ün üzerinde sinemada gösterime girerken İran’da tek bir sinemada gösterilmesine izin verilirdi. Böyle sansür uygularlardı. Başfaşist Hameney’in sağ kolu oldu Macidi. Ahmedinecad bir şey değildir. O sadece bir sözcüdür. Asıl ipler Hameney’in elinde.
Bir yıl Fransa’da yaşayacağız ben, Marziye ve Hana. Fransızca öğreneceğiz.”
Festival filmleri ve diğer yönetmenlerle ilgili izlenimler haftaya…