TARİH: 7 Şubat 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
“Beşir’le Vals” belgesel üslubu kullanılarak yapılmış güzel bir çizgi film. Belgesel ve çizgi film gibi iki farklı tarzın bir araya getirilmesiyle ortaya bu kadar etkileyici bir şeyin çıkması ise gerçekten şaşırtıcı…
“Persepolis”ten sonra, bir çizgi filmin daha beni derinden etkileyebileceğini sanmıyordum. Oysa, işaretler ortadaymış, “Persepolis” bir istisna değil, bir başlangıçmış. “Beşir’le Vals” son derece etkileyici bir çizgi film. Üstelik de belgesel üslubunda yapılmış bir çizgi film. Birbiriyle taban tabana zıt iki tarzın bir araya gelmesinden bu kadar etkileyici bir şey çıkması şaşırtıcı. Film, bir tür psikanalitik yol filmi aynı zamanda. Bastırdığı, unuttuğu anılarını canlandırmaya yönelik bir yolculuk, filmin kahramanının yaşadığı. Filmin yönetmeni ve kahramanı Ari Folman’ın yaşadığı bu yolculuğu başlatan, bir arkadaşının ona anlattığı kâbusları oluyor. Ari’nin arkadaşı, İsrail’in Lübnan’ı işgalinde (1982) savaşmış bir İsrail askeri. Havlayarak, İsrailli askerlerin köye geldiğini Filistinli gerillalara duyuran köpekleri öldürmekle görevlendirilen bu asker, kâbuslarında öldürdüğü sayıda köpeğin saldırısına uğradığını görüyor. Arkadaşının bu rüyasını dinleyen Ari, hayretle kendisinin de asker olarak katılmış olduğu savaşa, Beyrut’a dair hiçbir anısı olmadığını fark ediyor. Ama aynı zamanda olayları yavaş yavaş hatırlamaya da başlıyor. Daha fazla bilgi için savaşta birlikte olduğu arkadaşlarının peşine düşüyor. Onların savaş anılarını dinliyor. Körlemesine, hareket eden, etmeyen her şeye ateş ettikleri, masum sivilleri katlettikleri, tanklarıyla evleri yıktıkları, otomobilleri ezdikleri Lübnan anılarını dinliyor arkadaşlarının. Ve sonra asıl bastırmak istediği şeyler aklına geliyor. Lübnan’ın sağcı ve Hıristiyan başkanı Beşir Cemayel’in öldürülmesiyle birlikte Lübnanlı Hıristiyan falanjistler, suikastten sorumlu gördükleri Filistinli mültecilere karşı haçlı seferi ilan ediyor. Sabra ve Şatila’daki mülteci kamplarında İsrail ordusunun gözetimi ve koruması altında, dönemin İsrail Savunma bakanı Şaron’un bilgisi dâhilinde katliam başlıyor. Ari’nin bizatihi sorumluluğu ise, aydınlatma fişekleri atarak geceleyin de katliamın sürmesini sağlamak.
‘SUÇLU KİM?’
Buraya kadar filmin politik olarak yanlış bir şey söylediğini söylemek mümkün değil ama eksik bir şey söylediğini söylemek mümkün. İsrail’in neyi, niçin yaptığı filmde yok. Yani savaş sadece “var”, kötü bir şey olarak var. Ama nedeni, niçini yok. Ama bu noktadan sonra şöyle bir şey de yapıyor film. Psikiyatr bir arkadaşı aracılığıyla Ari’ye, “katliamı sen yapmadın ama sen yapmışsın gibi sanıyorsun”, diyor. Bu hem doğru hem de yanlış. Evet, bizzat mülteci kamplarına (kamp deyince gençler ne anlıyor bilmiyorum ama ben eskiden hep çadırlardan oluşan bir yerleşim sanırdım. Öyle değil, bayağı binalardan oluşan mahalleler bunlar…) girip, sivilleri öldürmüyor Ari. Ama bunun yapılmasını sağlayan orduda görev alıyor. Yahudiler, nasıl haklı olarak, emirlere riayet eden rütbesiz askerleri ya da görevlileri de Nazi soykırımından suçluyorlarsa, savaşta görev alan İsrail askerleri de olan bitenden (birinci derecede olmasa da)sorumlu değiller mi? Ki onlar da bizzat çok sayıda sivil öldürüyorlar. Bunu filmde görmek mümkün. Yani film, sanki “katliamı sen yapmadın” diyerek İsrail’in elindeki kanı yıkıyor.
“FİLİSTİNLİLERE “NAZİ” ZULMÜ”
Ari Folman’ın filmini politik değil kişisel bir film diye tanımlaması da enteresan. Savaş kişisel bir şeymiş gibi. Bu bir kişisel arınma, kendini temize çıkarma öyküsü mü o zaman? Filme İsrail sağının da sahip çıktığını duymak iyice sinir bozucu çünkü ben bu filmden her şeye rağmen çok olumlu izlenimlerle çıkmıştım. Filmden yine de meşrebinize göre istediğinizi alıp çıkmak mümkün. İnsan beyninin nasıl çalıştığına, korkuların, suçluluk duygularının nasıl bastırıldığına ve sonra kendilerini nasıl ifade ettiğine değin çok çarpıcı bir bakış ve İsrail’le Hıristiyan Falanjistlerin birlikte, Filistinlilere karşı işlediği korkunç bir suça dair bir belge olarak izlemek mümkün “Beşir’le Valsi”. Ve hatta izlemeniz gerek. Nazilerden öğrendikleri “önce gettoya tıkıp izole et ve sonra yok et taktiğini” Gazze’de uygulamaya devam ediyor İsrail. Son bir söz anti-semitizme dair. Anti-semitizm “Sami ırkından gelenlere düşman olmak” demek. Sami ırkından gelenler sadece Yahudiler değil, Araplar da aynı ırktan geliyor. Öyle düşününce ülkemiz mükemmel bir anti-semitik ülke. Laikleri Arap, dindarları Yahudi düşmanı başka bir ülke var mıdır acaba? O kadar çok kişi gördüm ki, Gazze meselesinde İsrail’den çok Filistinlilere kızan. Bunun ardında, kuşkunuz olmasın, Cumhuriyet’in derin ama hiç tartışılmayan Arap düşmanlığı, hatta ırkçılığı var.