TARİH: 18 Kasım 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün
Gerçek yalanların türeviyse, aslolan yalandır!
Yönetmen: Ulaş İnaç Oyuncular: Güçlü Yalçıner, Beste Bereket. Gülçin Santırcıoğlu, Türü: Dram Ülke: Türkiye
Bu haftanın iki Türk filmini tanımlarken de ’12 sonrası filmi’ sözcüklerini kullanabiliriz. Aslında “Türev’de 12 Eylül’ün sözü edilmiyor. Zaten filmin kahramanları da ya 12 Eylül sonrasında doğmuş ya da 12 Eylül olduğunda çok küçük yaşta olan insanlar. Ama tipik 12 Eylül sonrası kuşağı diye tanımlanabilecek karakterler bunlar; yani apolitikler, sapına kadar burjuvalar ve kendi içlerine kapalılar. Aslında tabii bu özellikler 12 Eylül’le başlamadı. Genç küçük burjuvalar eskiden de benzer özelliklere sahipti ama bir kısmı kendilerini aşmalarını sağlayan bir politiklik yaşıyorlardı. ‘Türev’in karakterlerinden ikisi sanatla doğrudan ilgililer: Burcu (Beste Bereket) sinema okuyor, Nazım (Güçlü Yalçıner) ise roman yazıyor. Bu iki karakterin dünyasının 12 Eylül öncesi Türkiye’sinde bu denli apolitik olması düşünülemezdi. Kaderleri belki yine aynı olurdu, yani Nazım gibi reklamcı olurlardı sonunda ama bu kadar sığ bir dünyaları olmazdı. Bu arada Nazım isminin kimi hatırlattığı ve nasıl bir ebeveyne işaret ettiği malum, tıpkı “Babam ve Oğlum”daki çocuğun adının Deniz olması gibi.
Küçük burjuvalar
“Türev“ genç küçük burjuvaların yalanlarla örülü ve birbirlerinin cinsel tüketimine odaklanmış dünyasını anlatıyor. Nazım sözünü ettiğimiz gibi romanlar da yazan bir reklamcı ve Süreyya’yla (Gülçin Santırcıoğlu) birlikte. Süreyya ise zengin bir ailenin kızı ve artık evlenmek istiyor. Burcu sinema okuyor ve bitirme tezi için konu arıyor. Bir de bu üçlü grubun dışında yer alan Nazım’ın zengin, playboy arkadaşı Kerem (Tuğra Kaftancıoğlu) var. Süreyya ile Burcu’nun birbirlerinin en iyi arkadaşı olması aynı zaman- da birbirlerinin en büyük rakibi oldukları anlamına geliyor. Süreyya, Nazım’ın Burcu’ya ilgisini sezince bu rekabetten galip çıkmasının pek de mümkün olmadığını görüyor. Ama belki içgüdüleri, belki şeytani zekası garip bir oyun tasarlamaya yönlendiriyor onu. Böylece Nazım-Burcu romansında kontrolü eline alıyor. Nazım’ı kaybediyor sonunda belki ama Burcu’ya da yar etmiyor onu. Oyun öyle bir oyun ki Burcu ve Nazım’ın geldikleri noktada artık onlar için de bir gelecek kalmıyor. Bu anlamda Süreyya gerçekten de rekabette Burcu’yu yeniyor denilebilir. Peki oyun ne? Oyun şu: Süreyya, Nazım’ın aşkından emin olmak istediğini ve bunun için Burcu’dan Nazım’a asılmasını istiyor. Eğer Nazım Burcu’ya pas verirse, Süreyya Nazım’a
güvenemeyeceğini anlayacak falan… Burcu istemez görünse de bu oyuna katılıyor çünkü bu ona kendi gücünü Nazım üzerinde sınama şansı veriyor. Üstelik de bunu en yakın arkadaşının
onayıyla yapıyor. O da Süreyya’nın sevgilisini baştan çıkarmanın keyfini yaşıyor. Bütün bunlar olurken üç arkadaş video kameralara itiraflarda bulunuyorlar. Bu itiraflar, Nazım’ın önerisiyle Burcu’nun hazırlamaya başladığı bitirme tezinde kullanılacak. Ödevin temelinde ise ‘insanlar birbirlerinin düşüncesini bilselerdi dost kalamazlardı’ tezi yatıyor. ‘Türev’de zaten belli çevrelerdeki ilişkilerin ne kadar kof, ne kadar riyakarca (gerçek yalanların türeviyse, aslolan yalandır!), ne kadar sevgisiz olduğunu ve nasıl çatırdadıklarını anlatıyor bize. “Türev”in önemli erdemleri var: Başta Burcu rolündeki Beste Bereket olmak üzere dört oyuncu da çok iyi. Bereketin aldığı Altın Portakal, Antalya 2005’in en az tartışılması gereken ödülüydü bence. Filmin diyalogları ve klavsen ağırlıklı barok müzik kullanımı da çok başarılı. Ama “Türev” in Dogma stili el kamerası çekimleri açıkçası bir süre sonra seyirciyi yoruyor. Ayrıca, kameraya yapılan itirafların filme çok şey katmadığı, tempoyu yavaşlattığı da söylenebilir. Filmin senaryosuna temel teşkil eden ve “Don Kişot”un içinde yer alan kısa öykü açıkçası daha kısa bir film için malzeme sağlarmış izlenimi verdi bana. Her şeye rağmen, ‘Türev’ sinemamıza gerek yönetmen, gerekse oyuncu olarak yeni ve önemli isimlerin katılımını müjdeleyen kalburüstü bir çalışma.