TARİH: 2 Temmuz 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Gitmek mi zor, kalmak mı?
Varlığımı Amerikalı misyoner bir doktora borçluyum. Babam, kendisine sıtma teşhisi koyan ve inatla yanlış tedavide ısrar eden doktorların elinden paçayı yalan söyleyerek kurtarmış. Onları iyileştiğine inandırmasa, ölecekmiş. Bu dediklerim 1930’ların sonu ya da 1940’ların başlarında Tarsus’ta bir hastanede yaşanmış. Hastaneden kurtulan babamın hastalığının zatürre olduğunu Amerikalı misyoner bir doktor teşhis etmiş. Babam Amerikalı doktor tarafından tedavi edilmese ve ölseymiş, ben de doğmuş olmayacaktım. Bu olayı tek başına bir filmde anlatsam, çıkacak anlam farklıdır, olayları tarihsel bir perspektif içinde, öncesi ve sonrasıyla anlatsam çıkacak anlam farklı. Mesela yıllar sonra ABD’nin desteklediği bir darbenin ben ve benim gibilerin üzerine kâbus gibi çöktüğünü de anlatırsam filmin anlamı çok değişir. Ama yapılan iyilikler de, kötülükler de aynen kalırlar. Yaşanan, yaşanmıştır bir kere.
Fransa ile Cezayir arasındaki ilişkilerin bütününü anlatması bir filmden beklenemez. ‘Tanrılar ve insanlar’ Cezayir’de 1996’da öldürülen bir grup misyoner rahibin son günlerini anlatıyor. Film İslam’a yönelik anlayışına, yönetmeninin ‘laik’lik iddialarına rağmen, sonuçta bir grup ‘gerçek’ Hıristiyan’ın fedakârlığı ve radikal İslamcıların vahşetine dair bir hikâye anlatıyor.
Cezayir ile Fransa ilişkisinin tarihini anlatmak bu yazıyı da, beni de aşar. Ama kısaca: bir zamanlar “Cezayir Fransa’dır” dermiş Fransız sömürgeciler. Fransa 600.000 Cezayirliyi öldürmüş ama Cezayir yine de bağımsız olmuş. Fransa elini eteğini çekmemiş Cezayir’den. 1991’deki seçimlerin ilk aşamasını İslami Cephe kazanınca, laik Cezayir ordusu darbe yapmış. Fransa ve uluslararası toplum bu darbeye alkış tutmuş, kimsenin aklına “seçilmiş hükümet” falan demek gelmemiş. Çünkü İslami Cepheciler ‘ılımlı’ değillermiş. Bu darbeyi 2000’e kadar süren bir tür iç savaş izlemiş. 150 ila 200.000 kişi bu iç savaşta ölmüş. Yıllarca İslamcıların katliam haberleriyle çalkalanan ‘dünya’ sonunda radikal İslam’ın ezilmesiyle rahatlamış.
CEZAYİR’DE KALMANIN BEDELİ
‘Tanrılar ve İnsanlar’ kanlı iç savaşın ortasında, 1995’te başlıyor. Vahşi cinayet haberleri geliyor her yerden. Genç kızların tesettüre (hicaba) girmedikleri için öldürüldüğünü söylüyorlar. Filmde işlenişini gördüğümüz tek cinayet(ler) radikal bir İslami örgütün, sırf Hıristiyan oldukları için Hırvat işçileri öldürüşü oluyor. Bu haberi alan misyoner Hıristiyan rahip grubu sıranın kendilerine geleceğini düşünmeye başlıyor. Bazıları Cezayir’i terk etmeleri gerektiğini düşünüyor, bazıları ise kalmaları gerektiğini. Sonunda kalıyorlar ve korkulan başlarına geliyor.
Film, İslamı söylem düzeyinde şeytanileştirmiyor. Filmin kahramanı rahipler her zaman Kuran’a ve İslam’a içten bir biçimde saygılı olduklarını ifade ediyorlar, öyle de davranıyorlar. Arıcılık yapıyorlar, tarım yapıyorlar ve hasta köylüleri tedavi ediyorlar. Bunun dışında bol bol da dua ediyorlar. Azizler nasıl yaşarsa öyle yaşıyorlar, tamamen arınmış tamamen saf ve temiz bir şekilde. Hayatları tehlikeye girince, bir miktar tartışıyorlar gitme seçeneğini. Sonunda çok ikna edici argümanlar geliştirmeden kalmayı ve ölmeyi seçiyorlar. Halk çekiyorsa, biz de çekeriz aynı kahrı diyorlar. Hatta çok daha fazlasını… Çekilemeyecek kadar fazlasını…
Her şeyi damıttığımızda geriye kalan, altın kalpli Hıristiyanlar ile onları öldüren vahşi Müslümanlar oluyor. Çünkü bize gösterilen bu. Ne Fransız hükümeti destekli ordunun katliamlarını ne de doğrudan Fransız ordusunun yapmış olduklarını görmedikçe, bağlam oturmuyor. (Benzer bir tavrı birkaç yıl önce Cezayir Savaşı sırasında geçen “İçimizdeki Düşman- L’Ennemi intime” filminde de görmüştük.) Evet, film sözel olarak değişik karakterler aracılığıyla bu aktörlerin işlediği suçlardan da söz ediyor ama nihayetinde bu suçları göstermiyor. Geriye çocuklarının günahları için ölen Fransız Hıristiyan baba figürleri kalıyor. Liberation gazetesinin eleştirmeni bu tavrı boşuna yumuşak pederşahilik olarak nitelendirmemiş.