TARİH: 25 Haziran 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Eşit işe eşit ücret!
Kadın işçilerin grevi, erkeklerin de çalışamamasına neden olunca, cinsiyet bazında bir bölünme başlar.
“Kadının Fendi” hoş ve de üstelik boş olmayan bir film. Ama derin bir etki bırakmak için fazla basit, fazla karikatürize ne yazık ki. 1968 Mayısının püfür püfür esen özgürleştirici rüzgarı, Birleşik Krallık’ta, Dagenham’daki Ford fabrikalarının boğucu derecede sıcak atölyelerinde kendini içten içe hissettirmiştir. Ford otomobil fabrikalarında 50,000’in üzerinde erkek işçi çalışırken, kadın işçilerin sayısı 200’ü bile bulmaz. Boğucu sıcak atölyelerde elbiselerini çıkararak koltuk döşemeleri diken kadınların emeği “niteliksiz emek” olarak değerlendirilmekte ve kadınlara en düşük düzeyden maaş verilmektedir. Kadınlar, nitelikli emekçi olduklarını ve erkek işçilerle aynı işi yapıyorlarsa aynı ücreti almak istediklerini söylerler. Kısacası “eşit işe eşit ücret” isterler! Kendilerine destek olan erkekler vardır. Ama her sınıftan ve her seviyeden erkeğin de tepkisini çekerler. Kadın işçilerin grevi, erkeklerin de çalışamamasına neden olunca, cinsiyet bazında bir bölünme başlar. Sarı sendikacılar, işveren temsilcileri, kadın işçilerin kocaları, kısacası akla gelebilecek her türlü kaynaktan gelen direniş kadınları yıldırmaz. Öte yandan sınıfları aşan bir kadın dayanışması da yaşanır. Ford’un bir üst düzey yöneticisinin eşi, hükümette görev alan bir kadın bakan da işçi kadınlara kendi çaplarında destek verirler. Kapitalistler o dönemlerde yönetim becerilerini henüz bu kadar inceltmiş ve yetkinleştirmiş değiller galiba. Ya da film her şeyi fazlaca basite indirgemiş. Her şey nihayetinde yağdan kıl çeker gibi gerçekleşiyor, evdeki eşyaların yoksulluk nedeniyle satılmasından, bir işçinin intiharına kadar son derece ağır olaylar bile fazla iz bırakmasına izin verilmeden geçip gidiyor. İşçi lideri Rita (Sally Hawkins) dışında karakterler de bir derinlik kazanmıyor, karikatürün ötesine pek geçemiyorlar. Film “kendini iyi hisset filmi” kategorisinden ayrılmamak için elinden geleni yapıyor. Başarıyor da. İçinde Marx’tan alıntılar yapılan, işçi sınıfı mücadelesini ve kazanımlarını yücelten bir film zaten insana kendini iyi hissettirirdi, bu kadar ekstra çabaya gerek yoktu. Sonuçta: Gidin ve kendinizi iyi hissedin! Yaşasın işçi sınıfının haklı mücadelesi!
Son bir not: Film koskoca Büyük Britanya’nın büyük patron ABD’nin dümen suyundan ayrılmakta nasıl güçlük çektiğini de gösteriyor. Kısacası parayı veren düdüğü çalıyor.