TARİH: 9 Mayıs 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Gus Van Sant’ın önceki filmlerine göre iyimser sayılan son filmi ustalıklı bir iş olmasına karşın kahramanımız Harvey Milk çok da içine nüfuz edebildiğimiz bir karakter imgesi yaratamıyor
Harvey Milk eşcinsel hareketi için çok önemli bir isim. Milk, 1977’de ilk aleni ‘gay’ politikacı olarak San Francisco belediye meclisine girmeyi başarmış. Ve bir ihtimal olarak öngördüğü biçimde meclise seçilmesinden 1 yıl kadar sonra suikaste kurban gitmiş. Politik olarak en büyük başarısı, aşırı sağcıların gay öğretmenlerin işlerine son verilmesini öngören yasa tasarısı karşısında yürüttüğü kampanya. Gerçi bu yasa o kadar ayrımcı ve faşizan ki, Ronald Reagan bile karşı çıkmış.
FİLMİN TONU BU KEZ DAHA İYİMSER
Gus Van Sant daha önce de gerçek olaylardan yola çıkarak sonu kahramanlarının ölümüyle biten filmler yapmıştı. ‘Fil’ Columbine Lisesi katliamını, ‘Son Günler’ ise Kurt Cobain’in intiharına giden süreci konu almıştı. Bu kez de filmin kahramanını benzer bir son beklese de, filmin tonu bu iki filme, ya da yönetmenin diğer filmlerinden ‘Gerry’ ya da ‘Paranoid Park’a göre çok daha iyimser. İnandıkları uğruna yani eşcinsellerin eşit haklara sahip olmaları mücadelesinde ölümü göze alan bir kahraman Harvey Milk ve bu tür ölümler yılgınlıktan çok güç verir çevresindekilere. Gerçi Milk’in katili abuk sabuk bir yargılamadan sonra (abur cuburla beslendiği için akıl sağlığını yitirdiği gerekçesiyle) sadece beş yıl hapse çarptırılmış olsa da. Ama bu yargı rezaleti filmde yok zaten.
CEVAPSIZ SORULAR
‘Milk’ fakat bir film olarak çok fazla iz bırakacak gibi de durmuyor. Filmin en etkileyici bölümleri başlangıcındaki belgesel görüntüler. Bu görüntüler polisin eşcinsel avlarını gösteriyor. Eşcinsellerin nasıl aşağılandığını, nasıl iğrenç bir biçimde medyada teşhir edildiklerini gösteren bu görüntüler unutulacak gibi değil. Ama bütün sevimliliğine rağmen, Harvey Milk çok da içine nüfuz edebildiğimiz bir karakter değil. Cumhuriyetçi Parti taraftarlığından ve borsacılıktan geçen, ardından metro merdivenlerinde tanıştığı bir gençle New York’tan San Francisco’ya taşınan ve neredeyse bir anda aktiviste dönüşen, ardından siyasi mücadeleyi sevgilisine tercih eden, biraz kafadan kontak birisini yeni sevgilisi olarak seçen, kimlik politikası dışında siyasette nerede durduğu filmden yola çıkarak tam olarak kestirilemeyen (köpek kakalarının parklardan ve sokaklardan toplanmasını sağlaması, kimlik politikası dışındaki filmde görünen tek girişimi), hatta biraz düzenle uzlaşmış görüntüsü veren, yüzünde gülümseyen bir maskeyle dolaşan bu adam kim? Hayır film bu soruları sorarak seyircisini kışkırtıyor da değil. Yani seyirciden böyle bir sorgulama yapması da beklenmiyor, tabii bana kalırsa. Filmin en dramatik karakteri belki de gay olan ve bastırmak istediği eşcinsel yanını temsil eden Harvey Milk’i öldüren Dan White. Kurbanın ve katilin adlarının (milk ve white) yan yana gelmesinden ‘sütbeyazı’ çıkmasına ne diyorsunuz? ‘Milk’, fakat ustalıkla çekilmiş bir film. Mizansenler ve oyunculuklar çok başarılı. Sadece Oscarlı Sean Penn değil, Josh Brolin, Emile Hirsch, Diego Luna ve Alison Pill de çok iyiler.
‘SUİKAST’A İNTİHAR, ‘AYGIR’A KISRAK
Böyle bir filmi vizyona sokanlara teşekkür ederken, çeviri rezaletine de bir çift söz etmek lazım: ‘Suikast’a intihar, ‘belediye başkanı’na vali, ‘aygır’a kısrak diyen birine çevirmen denemez! Uydurman filan denir ancak (ya da çevirmen belki çok küçük bir paraya çalışıyor ve bir tür intikam alıyordur, bilemem…). Korsan DVD değil bu, Allah aşkına! Bu çeviri rezaletlerini sadece küçük firmalar yapmıyor. ‘Benjamin Button’da da ‘Manş Deniz’ne İngiliz Kanalı denilmişti! Zamanında yazmamıştım, eksik kalmasın.