TARİH: 9 Aralık 2005
GAZETE/DERGİ: Birgün
Gölgedeki canavarlar
“Şiddetin Tarihçesi”, gerek film kahramanlarının kendisini, gerekse seyircinin kahramanları nasıl görmek istediklerine dair bir film. Öyküsü, bu yüzden birçoklarından farklı değil.
Orijinal Adı: A History of Violence Yönetmen: David Cronenberg Oyuncular: Viggo Mortensen, Maria Bello, William Hurt, Ed Harris Türü: Gerilim – dram ülke, ABD – Kanada
Şiddetin Tarihçesi gördüğüm en acayip film olabilir mi acaba? Bir yandan gayet düz bir öykü anlatıyor film, Ama her şey sanki iki manalı, hem öyle hem öyle değil, ne o ne de bu hem komik hem trajik, hem gerçek hem fantastik, Adı da zaten bir filmden çok bir makale adı gibi ‘Şiddetin (Bir) Tarih(çes)i’. Bu filmi ‘mainstream’ (ana akım) olarak değerlendirenler var ama ben böyle bir mainstream film görmedim. Cronenberg, filminin Amerika’da hayatın bir kesitini yansıtmak gibi bir amacı olmadığını, Amerika’nın kendisi hakkında geliştirdiği mitolojiye ilişkin olduğunu söylüyor. Yani birer Amerikalı olarak filmin kahramanlarının kendilerini nasıl görmek istediklerine dair bir film ‘Şiddetin Tarihçesi’. Aynı zamanda seyircinin o film kahramanlarını nasıl görmek istediğine dair de bir film.
Filmin öyküsü bu yüzden birçok filmden farklı değil, yani beklentilerimize uygun. Filmin kahramanı kötü adamları öldürüyor ve ailesini bir arada tutuyor. Ama bir yandan da kahramanın ya da kahramanların yaptıkları o kadar gerçekle gerçek dışı arasında, ancak filmlerde olabilecekle gerçekte de olabilecekler arasında dolaşıyor ki ortaya hem şaşırtıcı, hem dehşet verici, hem de komik bir film çıkıyor. Cannes’da filmi kahkahalarla seyreden film eleştirmenlerine Avusturyalı bir film programcısı ‘pislik eleştirmenler, sesinizi kesip filmi ciddiye alın!’ diye bağırmış. Ama Cronenberg de filminin ‘alaycı’ değil ama ‘komik’ olduğunu söylüyor. Yani gülmekte bir sakınca yok ama filmi ciddiye almak isteyenler de haksız değil.
Tipik Amerikan ailesi
Antonioni’nin “Yolcu”su kadar yabancılaşmış, sıkıntı içinde yaşam tarzlarını sürdüren iki seyyah katille tanışıyoruz önce. Sonra bununla 180 derece ters bir aile tablosuyla devam ediyor film. Kırklı yaşlarındaki karı koca ve 15-16 yaşlarındaki delikanlı evin 6 yaşındaki kızının gördüğü kâbusun etkisinden sıyrılması için adeta seferber oluyorlar. Baba kızına “gölge canavarları“ yoktur diyor. Oysa ailenin hayatı gölgelerden çıkagelen canavarlarla dolup taşacak. Hatta o gölge canavarlarının zaten evin içinde yaşayan akrabaları olduklarını da göreceğiz.
Baba Tom Stall (Viggo Mortensen) bir cafe/bar/restoran (Amerika’da ‘diner’ denilen yer) işletiyor. Karısı Edie (Maria Bello) ise avukat. Beyzboldaki başarısıyla okulun hırtlarının düşmanlığını üzerinde toplayan evin delikanlısı Jack (Ashton Holmes) ise lisenin aynı zamanda belki de en entelektüel genci. Aile ideallerdeki Amerikan ailesine çok yakın yani. Ama bu karı kocanın bir seks hayatı da var ve o seks hayatında gerçek kimlikleriyle sevişemiyorlar. İlk gördüğümüz sevişmede Edie kontrolü eline alıyor ve liseli ponpon kız fantezisini hayata geçiriyor. Hem iyi aile olup hem de heyecanlı bir seks yaşamına kim sahip ki?
Filmin ikinci seks sahnesi geldiğinde ise köprünün altından çok sular akmış oluyor. Tom Stall artık bildiğimiz cafe işletmecisi Tom değil ve sevişmede kontrol artık onun. Tom arada yaşananları gerçekten yaşadı mı yoksa hayal mi etti? Amerikan mitolojisine uygun, bu hem kahraman ve hem iyi aile babası olma durumu şizofrenik değil mi? Ya da kahramanları kötü adamlardan ayıran ne? Kötülük barındırmadan kahraman olunabilir mi? Cronenberg bir söyleşide filminin Amerika’nın Irak’ı işgaliyle de ilgisi olduğunu söylüyor. ‘Şiddetin Tarihçesi’ silahıyla düzeni getiren bir kahraman öyküsü olmasıyla western kalıplarına uyuyor. Bush yönetiminin söylemi ve tavrı da bu doğrultuda oldu. Ama bu analojiyi çok da zorlamak lazım. Cronenberg bir Darwinist olduğunu da söylemiş yani en iyi uyum sağlayanın kaldığına inanıyor. Ama söylediklerinden bir sosyal Darwinist yani bir tür faşist olduğunu da düşünmemiz için bir neden yok. Cronenberg, Bush yönetiminin politikalarına karşı çıkan ve barış idealine bir yanıyla bağlı da bir aydın. Ama ‘Şiddetin Tarihçesi’ bütün ilginçliğine karşı sonuçta tam da tatmin etmeyen bir film olarak kalıyorsa sanırım bunun nedeni Cronenberg’in şiddetle sınıflı toplum yapısı arasında bağ kurmamasından kaynaklanıyor.
Seyirciyle yüzleşen film
Son zamanlarda bazı klasik filmleri yeniden izledim. Antonioni’nin ‘Gece’si, Polanski’nin ‘Kiracı’sı ve Bresson’un ‘Mouchette’i bunlar arasındaydı. Bu filmlerin hepsinde sınıfsal bir çerçeve vardı yani sağlam bir toplumsal bakışa sahipti yönetmenler. Bugün de sınıfsal bir bakış açısı olan yönetmenler var (Dardenne’ler, Leigh, Loach, Zonca vb.). Keşke bu yönetmenler biraz Lynch’leşseler, Cronenberg’leşseler veya tersi olsa. Bunu bir dönem Bertolucci yaptıydı ama epeydir formdan düştü o da. 2000’lerin büyük yönetmenleri bu iki tarzı birleştirebilenlerden çıkacak bence. “Şiddetin Tarihçesi’ sonuçta şiddeti eksik de olsa sorgulayan, seyirciyi kendisiyle de yüzleştiren bir film. Filmin finalinde karşımıza çıkan William Hurt dışında oyunculuklarda kusur bulmak mümkün değil. Hurt’un oyunculuğu ise karikatüre fazla yaklaşmış, film boyunca gördüğümüz rol yapmakla, canlandırmak arasındaki dengeyi fazlaca rol yapmaktan yana kırmış. Filmin sürprizlerini ele vermeden yazmaya çalışmaktan bitap düştüm, siz siz olun bu filmi kaçırmayın.