Tarih: Mart 2015
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
Sadizm / Mazohizm ve Bedenlerin Metalaşması
Fifty Shades of Grey / Grinin Elli Tonu” sado/ mazo bir ilişkiyi anlatıyor, bilindiği üzere: Olağanüstü zengin ve güçlü Mister Grey, üniversite öğrencisi Anastasia’dan hoşlanır. Ama Grey hoşlanmaktan hoşlanan biri değildir. O kontrol edebilmeyi sever, ilişki kurmayı değil. Grey, Anastasia’yı da tam anlamıyla domine etmeyi ister ve bunun koşullarını içeren bir sözleşme hazırlar. Leopold von Sacher-Masoch”Kürklü Venüs” adlı kitabında benzer bir ilişkiyi anlatır. Adam kadından yine bir sözleşme imzalamasını ister. Ama orada domine eden kadın, domine edilen erkektir. Anastasia ise sözleşmeyi imzalarsa, Grey’in kölesi olacaktır. Hatta Anastasia iradesini tamamen Grey’e teslim edeceği için bir eşyaya indirgenecektir. Bir tüketim nesnesine dönüşecektir, metalaşacaktır. Ama Anastasia, Grey’in ‘eşyası’ olma fikrinden bir yere kadar hoşlansa da, kendisinden tamamen vazgeçmez. Tamamen teslim olmaz. Sonuçta o özgür bir bireydir.
İZLEYİCİ SUÇ ORTAĞI
Pasolini de bize “Salo o le 120 giornate di Sodoma / Salo ya da Sodom’un 120 Günü” adlı filminde sadizmi anlatır. Ve kısmen mazohizmi de. “Salo”nun karakterlerinin bulunduğu koşullar ve birbirleriyle ilişkileri Grey’in dünyasından çok farklıdır ama “Salo”, İtalya’nın kuzeyinde küçük bir kentte geçer. II. Dünya Savaşı’nın sonu yaklaşmıştır. Bölge Nazi Almanyasının işgali altındadır. Müttefiklerin uçaklarının sesi film boyunca duyulur. Nazilerin işbirlikçisi faşist İtalyan burjuvalar, kentin gençlerinden güzel ve yakışıklı bulduklarını toplar ve büyük bir binaya getirirler. Faşistler bu gençleri istedikleri gibi kullanacak, onlara tecavüz ve işkence edecek, bok yedirecek ve nihayetinde de isyankar davrananları öldüreceklerdir. “Salo” sinema tarihinin belki de seyredilmesi ve hazmedilmesi en zor filmidir. Film seyircinin, vahşete uğrayan gençlerle özdeşleşmesine de izin vermez. Olayları bazen işkencecilerin gözünden anlatarak ve göstererek, seyirciyi de suç ortağı konumuna getirir.
“Salo”nun gençleri Anastasia gibi özgür değillerdir ama onların da bir seçim yapma şansları vardır. Kimi başkaldırır ve derhal öldürülür, kimi ise işkencecisine âşık olur. Anastasia ise hem işkencecisine âşık olur hem de ona başkaldırır.
Pasolini, “Salo”yu niye yaptığını gayet net sözcüklerle anlatıyor: “Tüketim toplumunu eleştirmek, insanın bile bir eşyaya indirgenmesini, şeyleşmesini, metalaşmasını anlatmak için yaptım bu filmi diyor. Tabii ki Marquis de Sade, filme kaynaklık eden Sodom’un 120 Günü” adlı kitabında, modern kapitalist toplumu anlatmıyordu. Roman, kapitalizmin ekonomik zaferini çoktan ispat ettiği, siyasal zaferine ise daha birkaç yılın olduğu 1785’te yazmıştı. Ama güç ilişkileri çok değişmiyor. Pasolini öldürülmesinden üç gün önce İsveç’te son filmi “Salo”nun sunumunda şunları söylemiş: “Filmim cinselliğin temsiline dair. Ama bu konudaki tavrım hayat üçlemesi’ne yani The Canterbury Tales / Canterbury Masalları”, “Arabian Nights / 1001 Gece Masalları’ ve Decameron’dakine göre çok farklı artık. Bu filmde cinsellik gücü elinde tutanların bedenlerimizi metalaştırmasının bir alegorisi, o kadar. Bana kalsa tüketim toplumu bedenlerimize Nazizm kadar tecavüz ediyor, bedenlerimizi manipüle ediyor. Filmim, Nazizmle tüketim toplumu arasındaki bu karanlık bağı gösteriyor. Bu film ”hakiki anarşi”ye, gücün anarşisine dair. Tüketimcilik, faşizmin yapamadığını da yapıyor. Faşizm 20 yıl boyunca farklı diyalektleri yok etmeye çalıştıysa da başaramadı ama tüketim toplumu diyalektleri koruma iddiasında bulunurken yok etmeyi başarıyor.
“SALO” KAHİNCE BİR FİLM
Pasolini, bunları söyledikten üç gün sonra sadist bir cinayete kurban gitti. Kimilerine göre bir erkek fahişe öldürdü Pasolini’yi, kimilerine göre politik bir cinayetti bu. Cinayetle cinselliğin ilişkisini, seksin metalaşmasını anlattığı Salo, kimlerine göre Pasolini’nin hayatına dair kahince bir fimdi.
Pasolini politik olarak da yalnız biriydi. Ne ortodoks bir komünistti ne de “hayat üçlemesi’ni seyredenlerin sanabileceği gibi bir özgürlükçü liberal. Hayat üçlemesinde cinselliğin doğal biçimde ifadesine övgüler düzen Pasolini, daha sonra bu filmlerini reddedecekti. Pasolini ’68’in gençlik hareketini de desteklemeyecekti. Pasolini’ye göre burjuva çocuklarıydı bu hareketi yapanlar. Polise elbette karşıydı ama sınıfsal açıdan baktığında gördüğü, polislerin yoksulların çocukları olduğuydu. 68 sonuç itibarıyla da tüketim toplumunun yerleşiklik kazanmasında ve cinselliğin metalaşmasında etkili bir rol oynamıştı. Salo” biraz da bunu anlatıyordu.
Bugün “Grinin Elli Tonu”nu kimse bu bağlamda tartışmıyor. Pasolini’ye hak vermek zorunda değiliz elbette ama “Grinin Elli Tonu”nda Mr. Grey’i ‘gücü elinde tutanların bedenlerimizi metalaştırmasının bir sembolü olarak görmek mümkün değil mi? Grey’in sahip olduğu müthiş servet ve erkekliği ile ucuz bir Vosvos sahibi olan Anastasia’nın kadın bedeni arasında büyük bir güç fark yok mu?
HAKİKİ BİR AYDINDI
Abel Ferrera’nın İtalyanca bir kopyasından altyazılı olarak izlediğim “Pasolini”si pek bu tartışmalara giriyor gibi gözükmüyor açıkçası. Fakat film, yine de Pasolini’nin “Saloyu çekmesinin ardından yaşadığı tepkileri göstermesi açısından önemli. “Salo”nun birçok ülkede yıllarca, çoğunlukla ‘90’lara kadar yasaklı kaldığını da eklemek gerek. Avustralya’da Salo’nun sinemada gösterimi hâlâ yasak, DVD’sinin ise filmin, içinde yer aldığı bağlamı anlatan ekstra2lar sayesinde (18+ ibaresiyle) yayımlanabildiğini eklemek gerek.
Pasolini’yi tanıdıkça daha çok özlüyorum. İtalya’nın en büyük şairlerinden biri de olan Pasolini, bizde yalama olan ‘ezber bozma’ kavramını yaşamı ve eserleriyle hayata geçirmişti. Her zaman yoksullardan yana tavır alma ilkesini, nefret ettiği polislerin haklarını ve onurlarını savunurken de uygulamıştı. Doğruydu, yanlıştı, mesele o değil, o, hakiki bir aydındı. Saygıyla anıyoruz.