Tarih: Eylül 2013
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
Kariyerinin en büyük başarısını Virginia Woolf uyarlaması “Orlando” ile sergileyen ve sinemanın önemli yönetmenleri arasında gösterilen Sally Potter’ın yeni filmi “Ginger & Rosa / Bir Hayalimiz Vardı” bu ay gösterime giriyor.
Sinema dünyasında hem deneysel hem de ticari filmleriyle başarı elde ederek kendine istisnai bir yer edinen Sally Potter’ın kaderi zaten doğuştan belliymiş. 19 Eylül 1949’da doğan Potter’ın annesi müzik öğretmeni, babası şair, iki büyükannesi de aktrismiş ki bunlardan ‘Hunny’ Quennel, Potter için büyük bir ilham kaynağı olmuş. Kardeşlerinden biri ise Van der Graaf Generator grubunun bas gitaristiymiş. Böyle bir aileden gelip de sanat dışında bir şeyle uğraşmak çok mümkün değil sanki. Genç Potter da sanatla uğraşmaya daha çocuk yaşta başlamış. Amcasının kendisine hediye ettiği kamerayla filmler çekmeye başladığında daha on dört yaşındaymış; okulu bırakıp sinema eğitimi almaya karar verdiğinde ise on altı. Kısa bir süre Londra Filmeler Kooperatifi’nde tecrübe edindikten sonra Potter, ilk deneysel kısa metraj filmini çekmiş. St. Martin Sanat Akademisi’nde bestecilik ve Londra Çağdaş Dans Okulu’nda koreografi ve dans eğitimi de alan Potter, “Siyah ve Beyaz / Black and White” (1969). “Oyun / Play” (1971) ve “Günlük / Daily” (1972) gibi ilk deneysel filmlerinde dans ve müziği, sinemayla buluşturan işlere imza atmış. Avrupa ve Kuzey Amerika’nın birçok kentinde tiyatro ve müzik performanslarına katılarak çok yönlü sanatsal eğitimini pratikle de buluşturmuş.
FEMİNİST ELEŞTİRİ
1979’da kendi yazdığı, yönettiği, kurguladığı ve yapımcılığını üstlendiği 16 mm formatındaki “Thriller” ile Sally Potter’ın sinema kariyeri yeni bir döneme girer. Puccini’nin “La Boheme” operasını, kadın karakter Mimi’nin perspektifinden anlatan film, çağdaş feminist film eleştirisinin bakış açısıyla tamamen uyumludur. Bu film, Potter’ın tanınırlığını bir anda başka bir boyuta taşır. Kültleşen filmde Mimi kendi ölümüne yol açan toplumsal koşulları sorgularken, yönetmen de operanın cinsiyetçi yapısını açığa çıkarır. Potter “Thriller”da “La Boheme”in erkek kahramanı Rodolfo’nun romantik ve bohem yoksulluğuyla, terzi Mimi’nin pırıltısız yoksulluğu arasına bir sınır çeker, aradaki farkı görünür kılar.
Potter’ı etkileyen iki kültürel hareketin, ‘yapısal sinema’ (fluxus benzeri bir akım) ve feminist teorinin etkisi ilk bu filmde netleşmiştir. Yapısal sinemadan kavramsal sanata yönelik eğilimini, feminist kuramdan da cinsel kimliğe yönelik temaları sanata entegre etmenin yollarını öğrenir Potter. Kendisi gibi koreograflıktan sinemaya geçen Maya Deren ve Yvonne Rainer gibi Potter’in sineması da koreografiyle benzeşen bir lirizme sahip.
“Thriller”in başarısı Potter’a ilk 35 mm’lik filmi “Altın Arayanlar / The Gold Diggers” (1983) çekme fırsatını sağlar. Filmde ekonomik ve parasal ilişkilerle, değişim nesneleri ve ikonlar olarak kadınların arasındaki ilişkiye odaklanır. Büyük bölümü İzlanda’da çekilen filmde ikonik kadını ya da starı Julie Christie canlandırır. Filmin bütün ekibi ve oyuncuları kadınlardan oluşturulmuştur ve herkes eşit ücret almıştır. Fakat sinema tarihini feminist bir perspektiften yeniden yazdığı da söylenebilecek film başarılı olmadı. Senaryonun zaaflarını, hikaye anlatma konusundaki ve izleyiciyle iletişim kurmadaki kendi yetersizliğini buna neden gösteren Potter, on yıl süreyle uzun metraj film yapımından uzak kalır ve televizyona kısa filmler çeker.
MUHTEŞEM DÖNÜŞ
Nihayet sinemaya dönmeye karar verdiğinde yeni projesi “Orlando”ya yapımcı bulmakta çok zorlanır. Potter’ın ana akım sinemaya ilk girişi denilebilecek olan “Orlando”, sekiz yıl süren bir hazırlık ve para bulma sürecinden sonra 1982’de ortaya çıkar. Fakat bütün bunlara değmiştir. “Orlando”, Potter’in en başarılı filmi olur ve sayısız ödül kazanır. Potter, filmine kaynaklık eden Virginia Woolf’un kitabı için şunları demiş: “Zaman, cinsel kimlik, mekân ve yere dair bütün sınırları son derece hafif ve sarhoş edici bir şekilde kıran bir kitaptı. Virginia Woolf belli ki tarih, imgelem ve elbette dile gerçekten âşık gibiydi. Kitabın zihnime görsel bir şekilde kazındığını hatırlıyorum.” Yönetmen filmi için de şunları söylemiş: “İlk defa, yaptığım bir film beni tatmin etti, film diline ilk defa hakim olduğum duygusunu yaşadım. Bir amaç sahibi olma duygusunu tattım. Filmin başarısı dünya üzerinde neden var olduğumu hatırlattı bana.” Filmin kahramanı Orlando’yu Tilda Swinton çok başarılı bir şekilde canlandırır. Orlando karakteri 400 yıl boyunca yaşar, hayatına erkek olarak başlar ama sonra kadın olur. Potter’ın yorumu kitabın ruhuna sadık kalmakla birlikte, 1990’lara da çok hitap eder.
“Orlando”nun ardından daha küçük ölçekli ve kişisel bir film olan “Tango Dersi / Tango Lesson”ı (1997) çeker Potter. Kendi oynadığı ve kendisi gibi Sally adlı karakter filmine finans sağlamada zorlanınca, ünlü dansçı Pablo Veron’dan tango dersleri almaya başlar. Film Latin Amerikan kültürüyle Anglo-Sakson kültürü, kadın ve erkek arasındaki çekimi olduğu kadar kadınla erkek arasındaki eşitsizliği ve film endüstrisi ile yönetmen arasındaki gerilimi de ele alır.
11 EYLÜL’E VERİLEN YANIT
”Erkeğin Gözyaşları / The Man Who Cried”la (2000) Potter yeniden daha ana akım sinemaya yönelir. Film Avrupa’nın değişik kentlerinde iki büyük savaş arası dönemde geçer ve yurdundan uzak düşmüş Yahudi bir kadının hayatını anlatır. Cate Blanchett, Christina Ricci ve Johnny Depp gibi ünlü oyuncularına rağmen film olumsuz eleştiriler alır. Tek beğenilen yanı içinde oldukça önemli bir yer tutan müzik olur.
Potter’ın 2004’te çektiği ”Evet / Yes” yönetmenin, 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından oluşan ruh haline cevabı niteliğindedir. Çok düşük bir bütçesi olan filmin deneyselliği biraz da ışık için para olmamasından kaynaklanır. Amerikalı mikrobiyolojist bir kadınla, Beyrut’ta doktorken hayatını kurtardığı bir hastasının vurulması üzerine mesleğini bırakıp İngiltere’ye göç etmiş ve bir lokantada şef olmuş bir Lübnanlının aşkını anlatan film, kültürlerarası barış mesajıyla belki de yönetmenin en doğrudan politik filmidir. Filmin bir özelliği de karakterlerin vezinli ve kafiyeli bir dille konuşmasıdır.
Potter “Öfke / Rage”le (2009) yine deneysel bir işe imza atar. “Öfke” cep telefonlarından galası yapılan ilk film unvanını alır. Moda dünyasına eleştirel bir bakış getiren filmin Judi Dench, Jude Law ve Steve Buscemi’nin de aralarında olduğu ünlü oyuncuları vardır.
Potter’ın inişli çıkışlı ve “Orlando”nun başarısını bir daha yakalayamayan kariyerinde son nokta olan “Ginger & Rosa/ Bir Hayalimiz Vardı” ise kimilerince yönetmenin en başarılı filmi olarak görülüyor. Öyle olmasa bile filmin aldığı eleştiriler çok iyi. Özellikle Ginger karakterini oynayan Elle Fanning’in performansı ‘Oscarlık’ olarak nitelendirildi. Londra’da 1962’de başlayan film iki yakın arkadaşı anlatıyor. Ama hayat giderek politikanın etkisi altına girdikçe ve bir nükleer savaş tehdidi belirginleşince iki genç kız arasındaki görüş ayrılıkları da su yüzüne çıkıyor. “Ben her şeyin sorgulandığı ateist ve anarşist bir çevreden geliyorum,” diyen Potter’la genç aktivist Ginger’ın hayatı arasında paralellikler kurmak mümkün gözüküyor.