Tarih: Ağustos 2012

Gazete/Dergi: Milliyet Sanat 

Nick Cave’i senarist, John Hillcoat’ı yönetmen sıfatıyla gördüğümüz üçüncü film “Lawless / Kanunsuz” vizyona giriyor. Sanat akademisinde tanışan ikili şiddetin öne çıktığı filmlere imza atıyor. 

NICK Cave… Katil ruhlu bir romantik, bir Rönesans adamı, yazar, yönetmen, oyuncu, besteci, şarkıcı, şarkı sözü yazarı, şair, senarist, film eleştirmeni (“Faust”la ilgili yazımda bu yönünden söz etmiştim)… Nick Cave’in müzik kariyerini (Birthday Party, Bad Seeds, Grinderman) takip edenler ve şarkı sözlerine aşina olanlar, şarkıcının şiddet ve aşka aynı anda ve aynı yoğunlukta önem verdiğini bilir. Zarafet karşısında duyulan hayranlık ve aynı anda zarafet karşısında kontrolü yitirme ihtimali şarkıcının erkek kahramanlarını şiddete yöneltir. Kadınlar sırf çok güzel oldukları için bile öldürülür. Nick Cave’i takip etmeyenler bile Kylie Minogue’la yaptığı düetten haberdardır: “Where The Wild Roses Grow” Kylie’nin suda yatan cesedinin görüntüsüyle açılır. Kadının erkek arkadaşını canlandıran Cave kanlı ellerini suda yıkar. Kızı öldürmüştür, çünkü… Çünküsü yok aslında şarkıda. Zaten sorunun cevabı mantığın dışında, bilinçaltında. 

Erkek ruhunda kadına yönelik Madonna/fahişe kompleksleri neden varsa, yüceltme ile nefret neden bir arada yaşıyorsa orada aramak lazım cevabı. Cave “From Her To Eternity”den, “Murder Ballads”a kadın katlinden söz eden sayısız şarkı yaptı, tutku suçlarını (Fransızların ‘crime passionnel’ dediği) yüceltti. Edgar Allan Poe’nun “Güzel bir kadının ölümü kadar şiire yakışan başka bir konu yoktur” düsturunu şarkılarında işledi. 

Sanat akademisinde tanışma 

Nick Cave her zaman sinemayla da çok ilgili oldu. Birçok filmin müziğini yaptı, soundtrack’ine şarkılarını verdi, filmlerde oynadı. Ama onu sinema dünyasında bir üst seviyeye taşıyan işleri John Hillcoat’un filmlerine yazdığı senaryoları oldu. Son filmleri olan “Kanunsuz / Lawless”ın basın bülteninde Cave ile Hillcoat’un sanat akademisinde tanıştıkları ve arkadaş oldukları yazılı Bu dostluğun ilk ürünü “Ghosts… Of The Civil Dead / Hukuken Ölülerin… Hayaletleri” oldu. 1988 tarihli bu film bir hapishanedeki isyanı konu alıyordu. Hem suçlular hem de gardiyanlar kışkırtılıyor ve farkında olmadan daha sıkı güvenlikli bir hapishanenin inşasına meşruiyet kazandıracak bir isyan parçası haline getiriliyorlardı. Şiddetin kaynağı olarak devleti işaret eden bu filmi bulmak ve izlemek zor, fakat yoğun bir şiddet içerdiğini okumak şaşırtıcı değil. Ne de olsa senaryosunun altında başka isimlerin yanı sıra Nick Cave’in de adı geçiyor ve Cave filmde önemli rollerden birinde de oynamış. 

Duygusallik ve şiddet 

Cave ve Hillcoat işbirliği “Ghosts…Of The Civil Dead” den 17 yıl sonra ilk büyük ürününü verdi. “Kanlı Teklif / The Proposition” (2005), John Hillcoat’u da bir anda takip edilen yönetmenler arasına soktu. Gerçi Hillcoat’un reklam ve müzik yönetmeni olarak birçok ödülü vardı ama uzun metrajlı film yönetmeni olarak pek tanınmıyordu. “Kanlı Teklif” öncesinde sadece iki uzun metraj filmi vardı. “Kanlı Teklif” ve arkasından gelecek olan “Kanunsuz” ortak özellikleri olan filmler. “Kanlı Teklif” Cave’in özgün bir senaryosundan filme alınmış. Cave bir söyleşide ‘duygusallık ve şiddet’in birlikteliğinin kendisini her zaman etkilediğini söylüyor. Bu filmde ikisini de bulmak mümkün. Kadın katli başta olmak üzere şiddetin her türü ve şefkat, aşk, kardeşlik gibi temalar filmin tematik olarak oturduğu zemini oluşturuyor. 

Senarist ve yönetmenin bir sonraki iş birlikleri olan “Kanunsuz”da da göreceğimiz gibi burada da yasadışı bir hayat süren üç erkek kardeş var. Filmlerinde hemen her zaman üç erkek kardeş olan Wes Anderson gibi Nick Cave’in de iki erkek kardeşi daha olduğunu öğrenince, bu üç erkek kardeş takıntısının nerden çıktığını anlamak mümkün oluyor. Fakat tabii daha fazla ayrıntıya girmek ve Cave kardeşler arasındaki dinamiği anlamak için Cave’in otobiyografisini beklemek lazım, tabii eğer yazarsa. 

“Kanlı Teklif” ve “Kanunsuz”un bir başka ortak özelliği daha var. En büyük erkek kardeş, ruhsal olarak şiddete en eğilimli olan kardeş. (Bilginize: Nick Cave, ailesinin en küçük erkek çocuğuymuş.) 

“Kanli Teklif”in konusu kabaca şöyle: Burns kardeşler, hamile bir kadına tecavüz edip bütün ailesiyle birlikte öldürmüştür. 1800’lerin sonunda Avustralya kırsalında geçen bir tür western (ya da ‘south-eastern mi demek lazım?) olan filmin hemen başında kasabanın şerifi konumundaki Yüzbaşı Stanley ve adamları bir baskınla kardeşlerden ikisini ele geçirirler. En tehlikelileri olan Arthur ise yakalanamamıştır. Şerif, ortanca kardeş Charlie’ye (Hillcoat filmlerinin değişmez oyuncusu Guy Pearce) bir teklifte bulunur. Eğer Charlie abisini teslim ederse, şerif küçük kardeşi Mikey’yi serbest bırakacaktır. Eğer Charlie bu teklifi yerine getirmezse, Mikey asılacaktır. 

Film kardeşler arasındaki sevgi-nefret ilişkisinin yanı sıra, etnik ve sınıfsal çatışmalara da yer verir. Stanley ve filmin tek kadın karakteri olan eşi Martha Stanley (Emily Watson) yönetenler arasında olsalar da en tepede değildirler ve onlar da züppe bir İngiliz toprak ağası karşısında çaresizdirler. Martha Stanley, bir ara ‘hepimizin düzmek istediği kadın’ olarak tanımlanır filmin bir karakteri tarafından. Haydut kardeşlerden sadece büyük abi gerçek anlamda kötüdür. Mikey saf bir çocuk, Charlie ise düpedüz kahramandır. Bu iki kardeşin perde dışında gerçekleşen cinayet ve tecavüzdeki rolü sanki yoktur. Asıl sorun devletin tayin ettiği (bu filmde emperyalist Britanya’nın), dışarıdan gelen squatter denilen asalak zenginlerdir. Charlie, abisi Arthur’u adalete teslim mi edecek yoksa onun, filmin bütün erkek karakterlerinin hayalini süsleyen bir tür anne figürü olan Martha’ya da tecavüzüne seyirci mi kalacaktır? Senarist Cave’in, şarkıcı Cave’e göre kadına şiddet konusunda daha uygar bir tavır aldığını söyleyebiliriz. 

Büyük Bunalım dönemi 

Buna benzer bir yapı “Kanunsuz”da karşımıza çıkıyor. Bu yıl Cannes’da Altın Palmiye için yarışan ama eli boş dönen “Kanunsuz”da üç erkek kardeşten oluşan bir yasadışı çete var. Bu kez bir roman (Matt Bondurant’ın “Dünyanın En Islak Kasabası”) uyarlamasını senaryolaştırmış Cave. Büyük Bunalım yıllarında, 1931’de ABD’nin Virginia eyaletinde geçiyor filmin konusu. Bu yıllar aynı zamanda İçki Yasağı’nın da olduğu yıllar. Hillcoat hem ekonomik kriz, hem de uyuşturucuya karşı savaşın bugünün de konusu olduğunu, dolayısıyla filmin geçmişi olduğu kadar günümüzü de anlattığını söylüyor. Bondurant kardeşler (kitabın yazarı Matt Bondurant’ın ataları) ‘moonshine’ denilen kaçak içki üretiminde oldukça iyi bir düzen kurmuşlar. Yerel polisle de iyi geçinen kardeşlerin düzeni, kuzeyden gelen kanun koyucu Charlie Rakes’in (Guy Pearce) devreye girmesiyle, bozuluyor. Burada da görece saf bir küçük erkek kardeş (Shia LaBeouf), zapt olunamayan bir büyük erkek kardeş var (Jason Clarke). Ortanca kardeş Forrest (Tom Hardy) ise filmin kahramanı. O ekonomik bunalım yıllarında, kanun dışıların, gangsterlerin, Bonnie – Clyde misali bir tür halk kahramanına dönüştüklerini de hatırlamak lazım. 

Onlar, ekonomik zorluklar altında ezilen yoksul sınıfların hayallerini süsleyen, dışa vuramadıkları başkaldırılarını simgeleyen süper kahramanlar. Asıl kötü ise yine devleti ve dolayısıyla asıl zenginleri temsil eden Chicago’lu kanun adamı Rakes. Kadınların rolü bu filmde biraz daha artmış ve Jessica Chastain’in canlandırdığı güçlü ve deneyimli Maggie karakteriyle görece sınıf atlamış durumda olsa da yine de filmin marjında. 

Şiddet yine filmde önemli bir rol oynuyor ama bu kez filmin komik bir boyutu da var. Tabii ki her Hillcoat / Cave işbirliğinde olduğu gibi filmin müziklerinde Cave’in adını görüyoruz. Filmin geçtiği dönemle bugün arasında bir bağ da Lou Reed’in imzasını taşıyan Velvet Underground şarkısı “White Light/White Heat”in bir versiyonunun filmde kullanılmasıyla kurulmuş. Bu şarkı da uyuşturucuyla (speed/eroin) ilgili, belki de tahmin edilebileceği gibi. 

“Kanunsuz”, Cannes’da görüldüğü kadarıyla “Kanlı Teklif” kadar etki yapmayacak. Ama zaten Cannes’a gitmek başlı başına bir başarı. Hillcoat / Cave işbirliği bakalım daha neler getirecek, sınıfsal başkaldırı, yasadışı erkek kardeşler temaları devam edecek mi göreceğiz. Ama kadınların konumu giderek yükselecek gibi görünüyor. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com