TARİH: 8 Şubat 2014
GAZETE/DERGİ: Birgün
Finans dünyasının çakalları
Bir MacDonald’s kasiyerinin sıkıcı ve yoksullukla dolu hayatını mı seyretmek istersiniz yoksa dünya güzeli kadınlarla yatan, Ferrari’ye binen, devasa bir yatı olan, uyuşturucu ve orji partileri düzenleyen, hayatı iniş ve çıkışlarla dolu bir borsa simsarının hayatını mı?
Orijinal adı: The Wolf of Wall Street Yönetmen: Martin Scorsese Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Jonah Hill, Margot Robbie Ülke: ABD
Martin Scorsese kocaman filmler yapıyor son yıllarda. “Hugo”, “Zindan Adası”, “Köstebek” ve “Göklerin Hakimi” gibi. Ama hiçbirisi etkileyicilikte 1976’da yaptığı “Taksi Şoförü”nün yanına bile yaklaşamıyor. Oscar’lar alıyor, Oscar’lara aday gösteriliyor; bu sözünü ettiğim filmlerin çoğu meslektaşlarımın da zevkine hitap ediyor. Benim pek değil.
En yakın tarihli olanı “Hugo” en çok aklımda olanı. Filmi çok seven kızım duymasın ama ne anlatıyordu Hugo? İlk film yönetmenlerinden Melies’in öyküsünü mü? Yoksa Hugo adlı çocuğun mu? İkisini birbirine karıştırmış ve ortaya tutarlı bir anlatısı olmayan, gösterişli ama nihayetinde etkisiz bir film çıkarmıştı. Tabii ki Scorsese etkileyici planlar çekmeyi biliyor. Ve her filminden bir şeyler akılda kalıyor. Ama bunlar filmin bütününe ya da filmin karakterlerine dair derin şeyler değil. Anlara dair şeyler. Ne karakterlerin içinde yaşadıkları döneme ne de onlara dair önemli bir şey söylemiyor.
Bankacılar ya da borsa simsarları
Fakat bu, bugüne kadar “Para Avcısı”ndaki kadar göze batmamıştı hiç, filmin baş anti-kahramanı Jordan Belfort’u canlandıran Leonardo DiCaprio’nun kimi zaman etkileyici oyununa karşın. Bir MacDonald’s kasiyerinin sıkıcı ve yoksullukla dolu hayatını mı seyretmek istersiniz, yoksa dünya güzeli kadınlarla yatan, Ferrari’ye binen, devasa bir yatı olan, uyuşturucu ve orji partileri düzenleyen, hayatı iniş ve çıkışlarla dolu bir borsa simsarının hayatını mı? Belfort’un tercihi bu hayatı yaşamak, Scorsese’ninki de bu hayatı göstermek. Hem de bunu Belfort’u hikaye anlatıcısı yaparak, kahramanına belli ki biraz da hayran olarak.
Bankacılar da farklı değil ya, bora simsarlarının milleti nasıl kazıkladığını az çok biliyoruz hepimiz. Filmin kendilerine “telefon teröristi” diyen kahramanları da bunu yapıyor. Tek dertleri size bir şeyler satıp, kendi komisyonlarını almak bu telefon teröristlerinin. Sadece bu da değil, hisselerin fiyatını suni olarak yükseltip, sonra birden satarak müthiş karlar elde ediyorlar. Onlar kadar hızlı davranamayanlar ise binlerce, on binlerce dolar ödedikleri ama artık beş para etmeyen kağıt parçalarıyla kalıyorlar. Bu zar zor kazandıkları birikimleri havaya gidenler maaşlı, ücretli çoğunluk. Film onlara dair değil. Olmak zorunda da değil.
Ama onlardan kazandıkları paralarla manyakça uyuşturucu tüketen, fahişelerle alemler yapan, geri zekalı zibidilerin hayatını 3 saat boyunca göstermek zorunda da değil. Hatta neredeyse seyirciye, “Belfort, kazandıklarıyla yetinse de başını daha fazla belaya sokmasa” dedirtecek kadar bu hayata içinden bakan, mesafesini koruyamayan, kadınların figüranlıktan öteye gidemediği bir film olmak zorunda da değil.
Film elbette, bunlar ne şahane adamlar, bu ne güzel hayat demiyor. Telefon terörizmine maruz kalmış biri olarak filmi seyrederken çoğunlukla tiksinti duydum. Fakat film bunlar böyle adamlar işte deyip durmuyor. Aynı şeyleri üst üste göstermeye devam ediyor. Ve bunu yaparken karakterlerin derinine filan da inmiş olmuyor. Yozlaşmayı, ahlak yoksunluğunu, aşırılığı göstereyim derken kendisi aşırıya kaçan, kahramanlarının sınır tanımayan davranışlarından büyülenen ve nihayetinde sıkıcılaşan bir filme dönüşüyor.
Tüm para kurbanların
İşin acı tarafı filme hikâyesini veren gerçek Tordan Belfort’un bu filmden 20-30 milyon dolar kadar kazanacak olması. Gerçek Belfort filmden kazanacağı bütün parayı kurbanlarına vereceğini vaat etmiş. Gel de inan.
Bütün bunları söyledikten sonra yine de bir soru vicdanımı rahatsız etmeye devam ediyor. Filme haksızlık mı yapıyorum? Kapitalizmin işleyişine dair sert bir şeyler söylemiyor mu bu film? Zeka ve kültür düzeylerinin düşüklüğü affedilebilir ama ahlaken de beş para etmez adamların nasıl inanılmaz paralar kazandığını ve bu parayı ne kadar kötü kullandıklarını göstermiyor mu? Üstelik de bu adamların düşüşü hiç de sert olmuyor. Tatil köyü gibi bir cezaevinde tenis oynayarak 2 yıl geçirmek binlerce insanı soymaya karşılık olarak ciddi bir ceza sayılır mı? Ama burada tekrar şu soru gündeme geliyor: Bu adamlar kadar aşırıya kaçmadan sistemin içinde soygun yapmak akıllıca değil mi? Karl Marx’ın bile borsadan iyi para kazandığı söylenir. Yani film bu dolandırıcılığa özendiriyor mu? Kararınızı siz verin.