TARİH:  24 Aralık 2008
GAZETE/DERGİ: Birgün

Sinema-Tarih Buluşması’nda , ‘Laila’nın Doğumgünü’, ‘Bir Hafta Tek Başına’, ‘Kar’ ‘İhanet’ ya da ‘Savaş Yollarında Bir Kumpanya’ gibi filmleri kaçırmamak gerek…

 

11’inci İstanbul Uluslararası Sinema-Tarih Buluşması’nın gerçekten iyi bir film seçkisi var. Benim diyen her festivalin programında yer alabilirler, almışlar da zaten. Berlin’den, Cannes’a çeşitli festivallerde yarışmış, kimi de ödül almış bu filmler daha fazla ilgiyi hak ediyorlar.

Özellikle Filistin’de geçen iki film etkileyiciydi. Annemarie Jacir’in yönettiği ‘Bu Denizin Tuzu’, ABD’de doğmuş Filistin kökenli bir genç kadının (Suheir Hammad) Ramallah’a gelip burada köklerini arayışı ve İsrail’e gücü yettiğince hesap soruşunun öyküsüydü.

İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü uygulamaların örnekleriyle ne zaman karşılaşsam şaşırıp kalıyorum. Hala, herhalde naif bir “Batılı değerler”e inanç falan var zihnimde. Bu kadar insanlık dışı bir durum nasıl “uluslararası toplum”da (!) kabul görür? Nasıl bir ülkenin topraklarına el konulur, insanları sürülür, onlara geri dönme, Filistin’deki eski evlerini satın alma ya da Filistin vatandaşı olma hakkı verilmez?

Dağdan gelip bağdakini kovmak neyse, Batı’dan yani “sivilizasyon”dan gelip de bağdakini kovmaya ne denir? “Bu Denizin Tuzu”nun doğrusu olay örgüsü biraz uyduruk gibi, ama yansıttığı durumlar o kadar etkileyici ki… Hele Filistinli kızın Hayfa’daki eski evini bulup orada yaşayan İsrailli “barış aktivisti” kızla çatışması çok etkileyiciydi.

 Bu filme rastlarsanız kaçırmayın. Aynı şey diğer bir Filistin filmi olan ‘Laila’nın Doğumgünü’ için de geçerli. Bu kez Filistin’e ve Filistinlilere daha içeriden bir bakış söz konusu. Çuvaldızın battığı yer de İsrailliler değil, Filistinliler dolayısıyla. Filistin’in durumu içler acısı. Ama bunun tek suçlusu dışarıda değil. Saçma sapan bir bürokrasi, şark usulü kabalık ve fırsatçılıklar, şunlar bunlar… Adalet Bakanlığı’ndan “yargıçlık” yapma hakkının tanınmasını bekleyen ve bu sırada geçinmek için taksi şoförlüğü yapan orta yaşı biraz geçmiş bir adamın bir günlük hikâyesini anlatıyor ‘Laila’nın Doğumgünü’. Oldukça karanlık bir tablo çizse de gülümsemesini elden bırakmayan hoş bir film Raşid Maşarawi’nin filmi. Başroldeki Mohammed Bakhri de çok etkileyiciydi.

Uyarı: Fransız Kültür’de gösterimler dijital ortamdan yapılıyor! Bilerek gidin.

Son Cannes Film Festivali’nde yarışan Phillipe Garrel imzalı ‘Şafağın Sınırı’ son yıllarda bizim sinemamızda da gündemde olan “vicdan” meselesiyle uğraşıyor. İki bölümden oluşan filmin ilk bölümünde filmin erkek kahramanı evli bir kadınla birlikte oluyor. Fakat bu durum gururuna dokununca kadını terk ediyor. Kadın intihar ediyor. Adam filmin ikinci bölümünde bir başka kadınla birlikte oluyor ama önceki sevgilisinin hayaleti kendisini yanına çağırıyor.

Basit bir hikâye; naif olmakla çok eleştirilmiş Cannes’da ama bence film hiç de fena değildi. Özellikle Fransa’nın yükselen yıldızlarından Laura Smet’nin döktürdüğü ilk bölümü etkileyici buldum.

Arjantin yapımı Celina Murga imzalı ‘Bir Hafta Tek Başına’ minimalist sinemaseverlerin beğeneceği hoş bir filmdi. Bizim Kemer Country benzeri çok zengin bir sitede aileleri tatile çıkmış çocukların yaşadıklarını anlatıyor film. Kuzenler ve kardeşlerden oluşan bu çocuk grubunun başında genç bir bakıcı kadın var. Çocuklar geziyor, tozuyor, cinsel keşifler yapıyor ve ev sahiplerinin olmadığını fark ettikleri evleri karıştırıyorlar. Dengeler, bakıcı kadının erkek kardeşinin eve gelişiyle bozuluyor. Genç, Beyaz ve erkek Arjantinliler, bu yoksul, Siyah Arjantinli delikanlıyla rekabete giriyorlar. Kız-erkek ilişkilerine ve sınıf farklılıklarına yönelik incelikli gözlemleri var filmin. Yönetmen Murga’yı Martin Scorsese kanatları altına almış bu arada.

Şu sıralarda ABD’de gösterimde olan ve gayet iyi eleştiriler alan belgesel ‘İhanet’ de festivalin listesinde. Bol ödüllü görüntü yönetmeni Ellen Kuras bu filmi 23 yıla yayılan bir sürede çekmiş. Laos’un adını duymuştum, Kamboçya ve Vietnam civarında bir ülke olarak. Ama Vietnam Savaşı sırasında ABD’nin bu ülkeye Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında kullanılan bomba miktarının toplamından daha fazlasını attığını bilmiyordum. Ne acayip değil mi? 11 Eylül’de olanlar bu ülkelerin kaderi yanında ne kadar ehemmiyetsiz aslında. ‘İhanet’, ABD yanlısı Laoslu bir subayın ailesinin hayatını anlatıyor. ABD bölgeyi terk edince ailenin hayatı tehlikeye giriyor.

Baba tutuklanıyor, ailenin büyük bölümü (çok kalabalıklar) ABD’ye göç ediyor. Orada onları yeni bir cehennem bekliyor: Yoksulluk ve sokak şiddeti. Öldüğünü sandıkları baba 15 yıl sonra çıkageliyor ama sevinçleri kursaklarında kalıyor. Baba kendine yeni bir aile ve hayat kurmuş meğerse. Vatan ve aile sağcıların ağızlarından düşürmedikleri kavramlardır ama onlardaki ihanet kapasitesi kimsede yoktur.

 Kars’ta seyrettiğim ‘Kar’ ve ‘Savaş Yollarında Bir Kumpanya’ gibi ödüllü filmler de festivalin bünyesinde. Şu ana kadar bu filmlerin çoğunu ya da hepsini kaçırmış olabilirsiniz ama gelecek senelerde Sinema-Tarih Buluşması yaklaşınca planlarınızı ona göre ayarlayın.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com