TARİH:  21 Mart 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün

McQueen unutturulmaya çalışılan bir dönemi yeniden gündeme getirerek İngiltere –İrlanda ilişkisinin de yeniden sorgulanmasını kışkırtıyor…

‘Açlık’ bugünün neoliberal dünyasının egemenliğini ilan ettiği 1980’lerin başında, tam olarak 1981’de geçiyor. ABD’de Reagan, Büyük Britanya’da Thatcher, Türkiye’de Kenan Evren ve Turgut Özal (cuntanın başbakan yardımcısı ve Türkiye’de neo-liberalizmin mimarı; Taraf gazetesinin kimi “ağır top” statüsündeki yazarlarının ona tapınması, onun darbeci olmadığı anlamına gelmez; o yazarların büyük iddialarına rağmen demokrasiden pek bir şey anlamadıkları anlamına gelir) ikilisi var. Büyük Britanya’da Demir Lady lakaplı Thatcher sosyal devleti yok etmeyi misyon edinmiş durumda. Falkland Savaşı da yardımına yetişiyor ve oluşan “birlik ve beraberlik ortamı”nda istediği yasaları uygulama şansını buluyor Thatcher. Solcuları ve muhaliflerini ezmeyi başarıyor.

80’LERDEKİ TÜRKİYE
Kuzey İrlanda’daki Maze hapishanesi cumhuriyetçi IRA militanlarının atıldıkları yer. IRA militanları “politik statü” talebinde bulunuyorlar. Giyinmeyi reddediyorlar, dışkılarını hücrelerinin duvarına sürerek durumlarını protesto ediyorlar. Hükümet bu talepleri reddediyor. IRA önderlerinden Bobby Sands taleplerinin karşılanması amacıyla açlık grevine başlıyor. Sonunda Sands ve 9 arkadaşı daha açlık grevinden ölüyor ama hükümet yine de politik statü vermeyi reddediyor.
1980’lerin Türkiye hapishanelerinde de açlık grevleri, tek-tip kıyafete karşı protestolar ve çok çok daha korkunç boyutlarda bir işkence vardı. Hapishaneler, Ebu-Greyb’le yeniden Batı’nın gündemine geldi. Bugünün Türkiye’sinde de F-tipi denilen insanlık dışı uygulama ve muhaliflere karşı her türlü eziyet sürüyor. Dolayısıyla “Açlık”ın anlattıkları sadece tarih değil (Batı için de).

EVRENSEL ‘SIRA DAYAĞI’
“Açlık” üç bölümden oluşuyor. Yönetmen Steve McQueen (aynı adlı oyuncuyla sadece isim benzerliği var) ilk bölümün ırmakta serbest bir şekilde akmaya, ikinci bölümün çalkantılı sularda sürüklenmeye ve üçüncü bölümün şeleleden düşmeye benzemesini amaçlamış. İlk bölüm yeni bir mahkum ile bir gardiyan çerçevesinde hapishaneyi anlatırken, ikinci bölüm Bobby Sands ile bir rahip arasındaki konuşmayı temel alıyor. Bu konuşma 17 küsür dakikalık tek bir plandan oluşuyor ve burada Sands rahiple ölüm orucu kararını tartışıyor. Son bölüm ise Sands’in acılı ve ağır ölümünü anlatıyor.
Cannes’da “Altın Kamera” yani en iyi ilk film ödülü alan “Açlık” birçok eksiğine rağmen çok çarpıcı bir film. Filmden aklınızda çok da kavradığınız bir Bobby Sands portresi kalmıyor. Ya da Kuzey İrlanda-Britanya sorununda biraz daha ufuk sahibi olmuyoruz. Ama çarpıcı birçok görüntü kalıyor. Sıra dayağı mesela bizim hapishanelere özgü değilmiş. Batıda da “demokrasinin” gerekli hissetiğinde, bir üçüncü dünya ülkesi vahşetine yaklaşabileceğini görüyorsunuz. Bir de Thatcher’ın kan dondurucu, steril sesiyle yaptığı konuşmalar var.
McQueen unutturulmaya çalışılan bir dönemi yeniden gündeme getirerek İngiltere –İrlanda ilişkisinin de yeniden sorgulanmasını kışkırtıyor. Film hapishanedekileri yeniden hatırlatabilirse, Türkiye’nin bugünü için de önemli bir işlevi yerine getirebilir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com