TARİH: 20 Ocak 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Aşkta bencillik olur mu?
Uygar Asan’ın ‘Kış Bahçesi’ filmi 35 mm’ye aktarılmadan, çekildiği formatta yani dijital olarak gösteriliyor ve bu anlamda da Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor.
Yönetmen: Uygar Asan Oyuncular: Melika Kandemir, H. Levent Günüüç, Meryem Gürdurdak, Nazmi Erbatur Türü: Dram Ülke: Türkiye
Dijital video’yla çekilen filmler artık hayatımızın bir parçası oldu. Hem Türk sineması hem de Hollywood videoyu yoğunlukla kullanıyor. Ama bu filmler sonuçta peliküle aktarılıyor ve biz onları sinemalarda bu formattan izliyoruz. ‘Kış Bahçesi’ ise 35 mm’ye aktarılmadan, çekildiği formatta yani dijital olarak gösteriliyor ve bu anlamda da Türkiye’de bir ilki gerçekleştiriyor. Dijital videonun çok önemli bir devrim olduğunu düşünüyorum. Maliyetleri olağanüstü ucuzlatmasıyla sinemayı çok daha geniş bir kitlenin yapabileceği bir sanat dalı haline getiriyor. Bu durum tek başına sermayenin sinema üzerindeki gücünü sıfırlayacak bir ortam oluşturmuyor ama yine de büyük bir öneme sahip. Peki, dijital çekilmiş bir film yine dijital olarak büyük perdede gösterildiğinde, 35 milimetrenin etkisine sahip olabiliyor mu? Ne yazık ki hayır. “Kış Bahçesi”nin Bilgi Üniversitesi’ndeki gösteriminde çok ciddi kontrast, netlik ve renk sorunları vardı. Bir televizyon ekranında seyredilse belki büyük ölçüde aşılabilecek bu sorunlar perdede rahatsız ediciydi ve filmden alınabilecek hazzı zedeliyordu.
“Kış Bahçesi”nin çok yalın denilebilecek bir öyküsü var. Hatta öykü lafı bile abartılı kaçıyor. Bozcaada’da tek başına yaşayan genç bir kız (Melika Kandemir) ve ona platonik bir aşkla bağlı bir adam (Levent Günüüç) filmin kahramanları. Genç kız kıt kanaat geçiniyor, hayatını kazanmak için bir dükkânda, bazen de pazar yerinde yufka satıyor, ayrıca doğadan ot toplayıp kurutarak bir gelir elde ediyor. Büyük bir yalnızlık içinde, ne ailesi ne de arkadaşı var. Bir pastanede çalışma düşleri de gerçekleşmiyor. İstanbul’a gitmeye niyetli ama platonik aşığı onu kaybetmek istemiyor. Gitmemesi, Bozcaada’daki evini kiraya verememesi için ona küçük bir kötülük yapıyor. Filmde neredeyse hiç konuşma olmadığı gibi hiç yakın plan da yok. Çok uzun ve genel planlar filmin dokusuna hâkim. Bu üslubun arkasında ciddi bir entelektüel çalışma var. Yönetmen Uygar Asan ilham kaynakları arasında Tsai Ming Lian, Bresson, Tarkovski, Bela Tarr, Jon Jost ve Herzog gibilerinin adlarını vermiş. Filmin yapımında rol alan Yeşil Karınca Düş Atölyesi adını zaten Herzog’un “Yeşil Karıncaların Düş Gördüğü Yer” adlı filminden almış belli ki. Asan’ın basın bülteninde yer alan sinema üzerine düşünceleri, Bresson’un sinema üzerine düşüncelerini yazdığı “Sinamatografi Üzerine Notlar” kitabına benzer bir üslupta yazılmış. Asan filminde karakteri ya da olayı değil zamanı ve mekanı ön plana çıkartmış. Uzun planları tercih etmesini “uzun plan, üstelik yavaş içerikli uzun plan Angelopoulos’dan alıntılarsak bir yabancılaştırma efektidir, bir plan içinde göreceğimiz bir şey kalmayınca seyirci olarak ne olup bittiği üzerine soru sorup, cevabı bulabilecek zaman vardır elimizde” sözleriyle açıklamış. Peki film bu amacına ulaşıyor mu, seyirciyi pasif bir konumdan aktif bir konuma geçiriyor mu? Bu soruyu herkes kendisi cevaplayacak elbette ama kişisel olarak pek olumlu bir yanıt veremiyorum. Seyirciyi düşündürtmenin, ona sorular sorular sordurtmanın daha etkin yolları olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki özdeşleşmenin her zaman düşünmemeyle, pasiflikle özdeş olmadığı kanısındayım. Belirli düzeyde özdeşleşmediğimiz bir karaktere bir süre sonra ilgimizi de yitiriyoruz. Ama kahramanla özdeşleşmenin sakıncalarının da farkında olmak gerekiyor elbette. Asan bizi karakterlerle değil “durumlar ve eylemler”le başbaşa bırakmayı tercih etmiş sinema anlayışı doğrultusunda. Yine yönetmenin sözlerine dönersek Asan şunları söylemiş: “Kış Bahçesi” özelinde kurmaya çalıştığım ana soru şu: Aşık olduğumuz kişinin yavaş yavaş gitmeye hazırlandığını sezersek, onun haberi bile olmadan, sadece o yanımızda kalsın diye onun hayatını etkileyecek bir kötülük yapar mıydık… seyir sırasında bu soruyu sormaya vaktimiz var.” Bu soruyu sormaya vaktimiz olduğu kesin ama bu kadar az gördüğümüz ve bu kadar az tanıdığımız bir karakter bana bu soruları sordurtmadı. Asan’ın kapitalist ideoloji ve üretim ilişkileri dışına çıkıp, seyirciyi düşünmeye çağıran bir film yapma çabasını takdir etmekle birlikte kendi adıma bu tarz sinemayı sevemediğimi söylemek zorundayım. “Kış Bahçesi” sinemamızda en yakın örneğini “Meleğin Düşüşü”nde gördüğüm, seyirciden büyük sabır isteyen bir film. Herkese göre değil ve her şeye rağmen desteklenmesi gereken bir çaba yine de.
Dipnot: Bu arada yabancılaştırma kavramının Almanca’da iki karşılığı olduğunu, Marksist ekonomi politikteki kapitalist üretim sürecinde üreticinin emeğinin ürünlerinden istenci dışında uzaklaştırılması anlamındaki karşılığının “Entfremdung” ken, Brechťin tiyatro kavrayışındaki karşılığının “Verfremdung” olduğunu ve bu ikinci karşılık için “yadırgatma” veya “tuhaflaştırma” gibi kavramların önerildiğini (bakınız: 13 Ocak 2006 Radikal Kitap Eki, Necmiye Alpay’ın dil meseleleri köşesindeki Onur Bilge Kula’nın görüşleri) belirteyim.