TARİH: 27 Ocak 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Şiddetin tarihi: 11 Eylül ışığında geçmişe bakış
Steven Spielberg’in yıllardır üzerinde çalıştığı olay filmi ‘Münih’ sinemalarda. Daha vizyona girmeden tartışmalar yaratan film, 1972 Münih Olimpiyatları sırasında yapılan eylemi ve hemen ardından gelen ‘Tanrının Gazabı’ operasyonunu işliyor. Tabii ki Spielberg’in bakış açısıyla.
Orijinal Adı: Munich Yönetmen: Steven Spielberg Oyuncular: Eric Bana (Avner), Daniel Craig (Steve), Geoffrey Rush (Ephraim), Mathieu Kassovitz (Ro bert) Türü: Gerilim-Dram-Tarihi Ülke: ABD
Münih hakkında söylenebilecek o kadar çok söz, varılabilecek o kadar çok farklı yargı var ki, insan nereden başlayacağını şaşırıyor. “Münih”in baş kahramanı, Avner Hoffmann (Eric Bana) adında bir Mossad ajanı. İsrail’de doğmuş, bir kibbutz’da (kolektif devlet çiftliği) büyümüş. Film boyunca hiç görmediğimiz babası bir savaş kahramanıymış ve Avner doğduğunda hapisteymiş. Politik açıdan sertlik yanlısı bir şahin olan annesi (Gila Almagor), biraz çocuğunu yalnız büyütmenin zorluğundan ama belki de daha çok oğlunun İsrail’i annesi olarak görmesi, vatanı olarak benimsemesini istediği için Avner’i kibbutz’a vermiş. Annenin bu sert ruhunun arkasında ise derin bir trajedi var: Almanya’da Naziler bütün ailesini yok etmişler. Almanların yaptığı zulmün bedelini Filistinlilere ödetmek ve Filistin topraklarına el koymak Avner’in annesi için Yahudilerin doğal hakkı. Çünkü vatan demek, her şey demek ve ne pahasına olursa olsun bir vatan edinmek ve onu savunmak gerek. Aksi taktirde bir gün yine birileri tarafından gaz odalarına gönderilmek söz konusu olabilir, diye düşünüyor Avner’in annesi.
Dünyanın en sıkıcı işinde çalıştığını düşünen Avner evli; karısı bir çocuk bekliyor. Yıl 1972. Tam o günlerde Filistinli Kara Eylül örgütü Münih Olimpiyat köyünü basıyor. İsrailli atletlerin ikisini orada öldürüyor, dokuzunu rehin alıyor. Amaçları Filistinlilerin çektiği acıları, yaşadıkları zulmü dünyaya duyurmak. Gerillalar rehinelerle kaçmak üzereyken havaalanında çatışma çıkıyor. Gerillalar elleri bağlı Yahudi atletleri öldürüyor. Gerillaların bir kısmı öldürülüyor, diğerleri yine de kurtulmayı başarıyor nihai olarak. Filmin başlangıç noktasını da bu Münih eylemi oluşturuyor. Filmin ana eksenini ise İsrail’in bu eylemi planladıkları iddiasıyla Avrupa’da yaşayan bazı Filistinlileri intikam amacıyla öldürmesi belirliyor.
Dönemin İsrail başbakanı Golda Meir (Lynn Cohen), intikam eylemi planını bizzat kendisi alıyor ve Avner’i bu operasyonun başına getiriyor. İsrail aslında Münih’in intikamını zaten Filistin kamplarını bombalayarak ve yüzlerce sivili öldürerek, teknik tabiriyle aşırı güç kullanarak almış durumda. Bunu Meir’e hatırlatan bir İsrail yetkilisi var ama Meir fikrinden caymıyor. Film, daha intikam operasyonu başlamadan bize bunu göstererek, Meir’in kararına bir muhalefet şerhi düşüyor. Filistinlilerin eylemi zaten bir anlamda bir intikam eylemi, İsrail karşılık vererek kan davasını tırmandırıyor.
Avcılar ava dönüşüyor
Avner’in emrine dört adam veriliyor: Carl (Cieran Hinds) delillerin karartılmasından, Hans (Hanns Zischler) sahte evrak düzenlemekten, Robert (Mathieu Kassovitz) bomba imalinden sorumlu, Steve’in (Daniel Craig) özel bir yeteneği yok, kavgacılığı ve öfkesi dışında. Bilgili amatörlerden oluşan ekip Wael Zwaiter adlı Filistinli bir entelektüeli öldürmekle işe başlıyor. “1001 Gece Masalları”nı İtalyanca’ya çeviren, kendi halinde kıt kanaat geçinen bir aydın olan Zwaiter’in öldürülmesi, baştan hedeflerin seçiminde aslında başka hesaplar olduğunu düşündürtüyor. Film bunun üzerinde o anda çok durmuyor ama Zwaiter’in kanlı eylemler içinde olamayacağına dair işaretler de veriyor. (Aaron Klein yakında çıkacak kitabında bu hedeflerin sadece kolay öldürülebilecek Filistinliler’den seçildiğini, Münih eylemiyle ilgilerinin olmadığını anlatıyor-Time dergisi) Zwaiter’in bir ara Filistinliler’in Arap olmadığını söylemesi de üzerinde düşünülmesi gereken bir nokta.
Ekipten Carl baştan itibaren kuşkucu ve sorgulayıcı bir tavır içindeyken, Avner’in de cinayet işlerken belli bir kararsızlığı var. İkinci eylemlerinde Filistinli bir diplomatı hedef alıyor ekip. Bu eylem sırasında Avner ve ekibinin diplomatın küçük kızının hayatına gösterdiği duyarlılık seyirciyi bu katillere sempati duymaya yöneltiyor. Onlarla özdeşleşmeye yöneltilmek son derece sevimsiz ama şu soru da sorulabilir: Spielberg bize onları canavarlar olarak mı sunmalıydı?
Karşı soru: Abdullah Çatlı’yı bize böyle gösteren bir film çekilseydi tepkim ne olurdu? – Bir soru daha; bizde bunu yapacak olan, diyelim Serdar Akar, Spielberg’in Filistinli diplomatın ailesini gösterirken yaptığı gibi, Çatlı’nın hedeflerinin insani portrelerini çizer miydi? Münih eylemi de onaylanamayacak bir eylemdi, silahsız sivilleri hedef almıştı ve Filistinli gerillalar da canavarlar olarak sunulmuyordu.
Avner ve ekibi ilk tedirginliklerini atlattıktan, insan kanının tadına vardıktan sonra – kendilerine hedef olarak gösterilmeyen insanları da vurmaya başlarlar. Durumdan vazife çıkartırlar yani. Görev alanlarının dışında yer alan Beyrut’a kadar uzanırlar. Orada tanıştıkları Mossad komandolarından biri de geleceğin İsrail başbakanı (1999-2001) Ehud Barak’tır. Ama avcıların ava dönüşmesi de bu sıralarda başlar. Hollandalı çekici bir tetikçi kadın Carl’ı öldürür. Ekip kadını Hollanda’da bulup öldürür ama beyaz Avrupalı çekici bir kadını öldürmek, bir Filistinli’yi öldürmek gibi gelmez ekibe. Vicdan azabı çökmeye başlar. Ayrıca artık kendi hayatlarından korkmaya başlamışlardır. Karl’dan sonra Hans ve Robert de öldürülür ve Avner ile Steve yalnız kalırlar.
Son bir eylemden sonra paranoyanın ve vicdan azabının etkisindeki Avner New York’a göç eder. Zaten filmin başlarında karısına “benim tek bir yurdum var, o da sensin” diyen Avner için artık tek bir hedef vardır, ailesinin ve kendisinin güvenliği. Filmin en sevimsiz kişiliği istihbaratçı Ephraim’in (Geoffrey Rush) çabaları Avner’i ikna etmeye yetmez. Ufukta görülen ikiz kuleler, kan davasının süreceğinin habercisidir. Kana kan intikam parolası, barışı sağlayacak bir parola değildir.
Aile demişken Avner ve ekibine istihbarat sağlayan Louis’nin (Mathieu Amalric) babası (Michael Lonsdale) ve çevresine değinmek gerek. Baba geçmişte Fransız direnişinde yer almış ama politikacılardan ve devletlerden nefret etmeye başlamış bir özel sektör temsilcisidir. İşi istihbarat sağlayıp yine özel sektöre bu bilgileri satmak. Devletleri işine karıştırmıyor. Avner’le baba arasında bir baba-oğul ilişkisi gelişiyor, Louis’nin kıskanç bakışları altında. Baba, Avner’in İsrail için çalıştığının ortaya çıkmasına rağmen, Avner’in ailesine bağlılığından etkileniyor ve ona yardım etmeye devam ediyor. Karşılığında da Avner istihbarat kaynaklarını sonuna kadar Mossad’a açıklamıyor. Burada sanki ailen ve kendin için yaptığın her şey mübahtır, vatan sevgisi gibi idealler ise insanı yanlış yollara sürükler gibi bir mesaj var. Spielberg için en yüce değer zaten hep aile olmuştur. Aileden başka vatan yoktur demeye getiriyor ünlü yönetmen yine; bir yandan toplumsal sorunları anlamaya çalışırken bir yandan da son derece bireyci bir mesaj veriyor. Gibi…
Filmin kritik sahnelerinden birinde de Avner ile bir El Fetih gerillası olan Ali (Omar Metwalli) tartışıyorlar. Avner’in gerçek kimliğini bilmeyen Ali, Avrupalı komünistlerin Filistinlileri anlamadığını, bir vatan sahibi olmanın her şeyden önce geldiğini söylüyor. Ali’nin ufkunun milliyetçilikle sınırlı olması da komünistlerin kabul edemeyeceği bir şey. Şiddeti başlatan Filistinliler değil, onlar mazlum taraftalar, toprakları ellerinden alınan her gün aşağılanan, eziyet gören taraflar. Ama ufukları İsrail milliyetçilerinden öteye gitmiyor. Mayınlı bir arazide dolaştığımın farkındayım ama mazlumun da kendisini sorgulaması gerekir. “Vaad Edilen Cennet” (Paradise Now) tam da bunu yapmaya çalışıyordu.
Filmin en büyük zaafı
Filmin çok anlam veremediğim sahneleri var: “Münih” baskını neden sanki Avner’in hayalinde canlandırdığı bir şeymiş gibi veriliyordu. Başlangıç sahnesi hariç bu eylem ya Avner’in rüyası ya da daha da garibi karısıyla sevişirken hayalinde canlandırdığı bir olay olarak gösteriliyordu.
Sonuçta Spielberg “Dünyalar Savaşı”nda başladığı 11 Eylül ışığında dünyayı anlamak çabasını sürdürüyor. 11 Eylül gibi olayların bir faydası varsa o da o güne kadar bu konulara çok kafa yormayan bazı kafaları düşünmek zorunda bırakması, yoksa dünyayı daha beter bir yer haline getirdikleri kesin. Spielberg de tıpkı Avner gibi kendi dünyasının kırılabilirliğini gördükten sonra dünyayı sorgulamaya başlamış durumda. “Münih”i seyredip Time dergisi yazarı Richard Schickel gibi “Bizim çocuklar vatan için kurşun da attılar, kurşun da yediler ama bu nu yaparken canları çok yandı” gibi bir sonuca da varılabilir. Ya da Spielberg gibi sağ ideolojide bir sanatçının karşı tarafı da anlamaya çalışması olarak saygı duyulabilir. Benim eğilimim bu ikinci yorumdan yana. Filmin Mossad ajanlarını yüceltmek ve statükoyu savunmak gibi bir amacı yok. Aksine bu gidişatın gidişat olmadığını vurgulamak gibi bir derdi var.
Film bütün bu politik çerçevenin dışında iyi oynanmış ve iyi çekilmiş bir film. Beni en çok etkileyen oyuncu Golda Meir’i canlandıran Lynn Cohen oldu. Küçük rolünde inanılmaz nüanslı bir oyunculuk vermiş. Hem bir ev kadını, hem bir anneanne hem de gözünü kırpmadan adam öldürebilecek bir canavarı bu kadar kısa bir rolde verebilmesi inanılmaz. Film boyunca izlediğimiz Avner karakteri yine de çok bir yere oturmuyor ve filmin en büyük zaafı da bence bu. Sonuçta her şeyden önce bu karakteri, onun dönüşümlerini, değişimlerini, kaygılarını, korkularını, zevklerini izliyoruz. Ama filmin bir yerinde Baba’nın söylediği gibi, koşarken her şeyi yapabilen bu adamın yavaşladığı ve asıl dönüşüme uğradığı anları yeterince görmüyoruz. Ama bu bile 1998 – 2002 yılları arasında İsrail İstihbarat Örgütü Mossad’ın başkanlığını yapmış olan Efraim Halevy’ye fazla gelmiş: “Öldürmek kolay iş değildir. Ancak yanlış olduğu anlamına da gelmez. Biraz da karşı tarafın kuşkuları gösterilmiş olsaydı, “Şu terörist eylemi yapsak mı, yapmasak mı?’ şeklinde ateşli tartışmalar yapan Filistinliler gündeme getirilseydi memnun olurdum”, demiş. Ne acayip değil mi, bazılarımız Mossad ajanlarının insanileştirilmesine kızarken, birileri de “bizim oğlanlar öyle şüphe falan duymazlar eylemlerinden” diyor. “Münih’i görün ve kendi kararınızı kendiniz verin. “Münih” daha çok tartışma kaldırır.