TARİH: 20 Ocak 2018
GAZETE/DERGİ: Birgün
Ziad Doueiri’nin filmi “Hakaret”çok tartışma yarattı. Doueiri’nin “Batı Beyrut” adlı filmi bizde de vizyona girmişti. Hakaret, Venedik’te Altın Aslan için yarıştı ve başrol oyuncularından Kamel el Basha’ya En İyi Aktör (Volpi Cup) getirdi. Hakaret aynı zamanda Lübnan’ın Oscar adayı da oldu. Mısır’da ElGouna Film Festivali’nde izlediğim film, seyircide çok güçlü duygular uyandırdı, ayakta alkışlandı. Ben de çok etkilendim başta. Sonra kafamda sorular oluşmaya başladı.
Beyrut’ta bir yerleşim merkezinde inşaat faaliyetleri sürerken bir evin balkonunun gider borusundan dökülen su, ustabaşının üzerine geliyor. Balkonun sahibi Tony (Adel Karam) Filistinlilerden nefret eden sağcı bir Hıristiyan, ustabaşı Nasser (Kamel el Basha) ise çalışma izni olmayan bir Filistinli göçmen mühendis. Nasser, Tony’nin gider borusunu izin almadan değiştirip yasaların gerekli kıldığı hale getirince kıyamet kopuyor. Nihayetinde Nasser, Tony’ye küfür ediyor ve iş hakaret davasına kadar gidiyor. Ama dava basit bir hakaret davası olarak kalmıyor. Sonuçta, Lübnanlı Hıristiyan Araplarla mülteci Filistinlilerin kanlı tarihi masaya yatırılıyor. Herkesin kendine göre diğer tarafa öfkeli olması için çok nedeni var.
Film iki tarafı da anlamaya çalışan bir tutum almaya çalışıyor ve öyle yapmayı başarmış gibi de gözüküyor ilk başta. Ben filmi coşkuyla alkışladım. Barıştan ve karşılıklı anlayıştan yana güçlü bir mesaj verdiğini düşündüm. Fakat sonra filmin tortusunu, yani filmden bana ne kaldığını sorguladığımda bir eşitsizlik olduğunu fark ettim. Film, Tony’nin Filistinlilere yönelik ırkçılığa varan öfkesinin nedenlerini açıklarken tarihsel belgeleri, filmleri seyirciye gösteriyordu. Böylece kendisine solcu diyen kimi nasyonalist Filistinli örgütlerin, Hıristiyan köylerinde katliamlar yaptıklarını gözlerimizle görüyorduk. Böylece şu çok haklı soruyu sormamızı da sağlıyordu. Mağdurluk cinayet işlemeyi meşru kılar mı?
Fakat film, iki tarafın da hikâyesini anlattığı iddiasındaydı. O zaman Nasser’in hikâyesini niye görsel olarak görmedik? Filistinlilerin uğradığı çok daha büyük katliamlar (Şabra ve Şatila mesela) neden aynı belgelerle gösterilmedi sorusu meşruluk kazanıyor. Her tartışmalı durum, ‘ama bunun diğer yanı da var’ı gündeme getirmez, getirmemeli. O zaman hiçbir insanlık dışı davranışı lanetleyemez hale geliriz. Ama bu film bağlamında böyle bir eksik var.
Filmin yönetmeni ve senaristlerinden biri olan Ziad Doueiri film sonrası yaptığı açıklamada hikâyenin kendi başından geçen bir tartışmadan esinlendiğini söyledi. Doueiri, Filistinliler hakkında ırkçı bir söz söylemiş (Şaron keşke soyunuzu kurutsaydı!) ve iş büyümüş. Doğrusu Doueiri’yi dürüstlüğü için takdir ettim. Ama böylesine ırkçı bir ifade kullanmış olmasını da yadırgadım. Doueiri, sonuçta ırkçılığını bir yere kadar dizginleyebilmiş ve filminde Filistinliye, Hıristiyan’a açtığı alanı açmamış. Hakaret’in bir sorunu da mahkemede karşı karşıya getirdiği baba-kız avukat ikilisinin ilişkisini hiç derinleştirmemesi. Bu ilişkideki gerginlik bir temele oturtulmayacaktı ise, neden tarafların avukatları baba-kız yapılmış? Bunun bir cevabı yok.
Ciddi sorunlarına rağmen “Hakaret” güçlü bir film ve seyredilmeli.
Not: Bu yazının bir versiyonu 29 Eylül’de yayımlanmıştı.