TARİH: 12 Mart 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Yeni /eski bir aile modeli
Aile! Ne yapacağız bu aileyle; bu, neredeyse her zaman işlevsel olmayı başaramayan kurumla? Solcu, ilerici yani kafa dengi arkadaşlarımın ‘İki Kadın, Bir Erkek’le ilgili yazdıklarını okudukça, kendimi muhafazakâr hissediyorum. Çünkü her şeye rağmen, ailenin alternatifi olmadığını düşünüyorum ve bu açıdan ayrılıyorum onlardan. Çok anlamıyorum artık, muhafazakâr aile denince ne kastedildiğini. Bir ilişkiyi muhafaza etmek isteyen kişi, belirli kurallara uymak zorunda kalır. En yaygın kural da birbirini yanıltmamak, aldatmamaktır. Kurallar içinde çok eşlilik varsa, itirazım yok. Yeter ki birbirini yanıltmasın insanlar. Aldatmak elbette insani bir şey, hatta belki hiç aldatmamak imkânsız ama aldatılmak da her zaman acı verici, her zaman yıkıcı. Aldatılan açısından aldatmayı sakin ve tepkisiz karşılamak insani değil.
Aile meselesine dönersek, çocuk yetiştirmek için elimizdeki en iyi seçenek, anne ve babanın olduğu ve çocukla yakın bağ kurduğu seçenek. İki kişi olmuyorsa, hiç olmazsa bir kişiyle çocuğun yakın ve güvenli bir ilişki kurması şart. Bu ilişkiden yoksun çocuklar daha mutsuz, daha korkak, daha yalnız ve daha başarısız oluyorlar hayatta. Komünal ortamlarda yetişen çocuklar daha mutsuz oluyorlar. Sahiplenilmek ve sahiplenmek, belirli kurallar ve sınırlar içinde yaşamak istiyorlar. Ama çekirdek aileler de nerdeyse her zaman işlevsiz aileye dönüşüyor, o da başka bir konu.
Neyse bu mesele daha çok su kaldırır. Fakat kısacası şunu çok anlamıyorum. Bir çiftin bir üyesi diğerini aldatıyor, sonra da pişman oluyor ve eski eşine dönüyor, film de bunu kutsuyor. Şimdi, film kutsal aileyi savunuyor, muhafazakârlıktan yana tavır koyuyor demek şart mıdır? Ya yeni bir ilişki kurulacaktı ya da eskisi tahkim edilecekti. Biri diğerinden üstün değil, benim gözümde. Tabii, eğer ikili ilişkinin üçlü-dörtlü-beşli bir ilişkiye evrilmesini beklemiyorsak … Hiçbir kural olmasın diyorsak, ormana dönmemiz gerekiyor ama o da imkânsız.
‘İki Kadın Bir Erkek’, lezbiyen bir çiftin, onların suni dölleme yoluyla edindikleri biri erkek diğeri kız iki çocuğun ve bu çocukların girişimleriyle hayatlarına katılan sperm donörü babanın hikâyesini anlatıyor. İki kadının ilişkisi aslında çekirdek aile modelini taklit ediyor. Kadınlardan biri yani Nic (Annette Bening) erkeksi ve baba rolünde. Diğeri yani Jules (Julianne Moore) ise kadınsı ve anne rolünde. Nic, kızın yani Joni’nin annesi, Jules ise oğlanın yani Laser’ın annesi. Yani çocukların birini bir kadın diğerini diğer kadın doğurmuş. Fakat Joni için annesi Nic yine de bir baba olarak tatmin edici değil, ne de olsa Nic bir kadın! Joni, gerçek babası Paul’u (Mark Ruffalo) bulduğunda derhal ona yoğun bir ilgi geliştiriyor. Laser ise babayla temkinli, rekabeti de içeren bir ilişkiye giriyor. Fakat Paul’un hayatlarına girmesi en çok Jules’u etkiliyor. Her anne gibi oğluna biraz aşık olan Jules, Paul’de oğlunu görüyor. Jules’un, Paul’e oğlu Laser’a benzediğini söylemesiyle, Paul’ün dudaklarına yapışması arasında fazla süre geçmiyor ve ikili bir ilişkiye başlıyor. Tabii dengeler dağılıyor ve tabii yeniden kuruluyor. Evet, film, Paul’e çok haksızlık ediyor. Kabul ama diğer başka söylenen bir sürü şeyin konuşulması gerektiğine inanıyorum. İki Kadın, Bir Erkek derinliksiz bir film ama keyifle izledim. Akılda kalıcı değilse de, söylendiği kadar da kötü değil.