Tarih: Aralık 2001

Gazete/Dergi: Roll

RYAN ADAMS

Gold

(Universal)

Efsane üretme makinesi hızlı çalışıyor bugünlerde. Yeni efsane adaylarından biri de Ryan Adams, Yakışıklı, genç ve müthiş üretken. Düzgün şarkılar da yazabilen biri. Ama bütün bunlar efsane olmaya yetecek gibi de gözükmüyor, en azından şimdilik. Büyük olmak için, sözcüğün içindeki “büyü” ye sahip olmak gerekiyor her şeyden önce. Adams’da büyük olmak için her şey var, ama büyü yok. 

Adams bugün 27 yaşında, ama müziğe başlayalı 11 sene olmuş. İlk topluluğu The Paty Duke Syndrome’u North Carolina’daki memleketi Jacksonville’de kurmuş. Punk müzik yapan bu topluluk, Adams country’ye ilgiye duymaya başlayınca dağılmış. Ardından, Adams’in Whiskeytown dönemi başlamış. İlk albümleri “Faithless Street’i, 1997’de kimilerince bir başyapıt olduğu düşünülen “Strangers Almanac” izlemiş. Bir sonraki albümleri “Pneumonia” ise, Universal’le Polygram birleşmesi sırasında karambole gitmiş ve raflarda tozlanmaya bırakılmış. Bu birleşmenin ardından Ryan Adams New York’a yerleşmiş, aşık olmuş, ayrılmıs ve bütün bunları anlattığı ilk solo albümü “Heartbreaker” çıkarmış. “Heartbreaker”, hakkında kesin bir kanaat oluşturacak kadar çok dinleyemedik henüz: elimize Gold’dan sonra geçti, ama görünen o ki, bir Ryan Adams albümü alacaksanız, bunun “Gold” değil, “Heartbreaker” Olması çıkarınıza olacaktır. 

“Heartbreaker”la Ryan Adams epey bir hayran topladı. Bunlar arasında “Gold”un teşekkür listesinde adı geçen Elton John da var. “Pneumonia” da kısa bir süre önce yayımlanma şansı buldu. Ve “Heartbreaker”ın çıkmasının üzerinden bir yıl geçmeden “Gold” da gün yüzü gördü. Yani 12 ay içinde üç Ryan Adams albümü ve üçü de double albüm uzunluğunda. 

“Gold”un temel sorunlarından biri bu uzunluk. Albümü bir kerede dinlemek çok zor. Yaklaşık 71 dakika. Tabii nitelik yüksek olsa, nicelik bu kadar sorun gibi gözükmezdi. Ryan Adams’ın şarkıları, birkaçı hariç, sıradan şarkılar. Ne söz, ne müzik ne de şarkıcılıkta olağanüstü bir şey yok. Bildik kalıplarda, sürpriz içermeyen, rahatsız edici kusurları da olmayan, ama yarına kalmaları için bir sebep de olmayan şarkılar. Benzerleri ve albümlerin ortalama 40-45 dakika olduğu 70’lerde çok daha iyileri de yapılmış şarkılar. “Gold”da söz konusu dönemin büyülü ve büyük isimlerinin etkisi bariz. “Answering Bell” Van Morrison, “Tim Toledo’s Street Walkin’ Blues” Rolling Stones, “Harder Now That It’s Over” Neil Young havasında. Ters duran Amerikan bayraklı albüm kapağıysa, Bruce Springsteen’in “Born in the USA”ini hatırlatıyor. Bütün bu benzerliklerden Adams’ın kendisinin neye benzediğini çıkaramıyoruz ve kafamızda ve kulağımızda bir Ryan Adams imgesi ve sadası oluşmuyor. Ama 16 şarkı içinde iyiler de var. “New York, New York”, “La Cienega Just Smiled”, “When The Stars Go Blue” ve “Enemy Fire” gayet iyi şarkılar. Gıcık olduğumuz bir şarkı da var fakat: “SYLVIA PLATH”. Adams bu şarkıda “Ah bir Sylvia Plath’ım olsaydı, beni Paris’e götürseydi, sigarasının külünü yere silkseydi” mealinde bir şeyler söylüyor. Böylece edebiyattan da anladığını idrak ediyoruz. Fakat görünen o ki, Ryan’ın Sylvia’sına kavuşmadan önce daha bir süre Dallas dizisinin Sue Ellen’larıyla yetinmesi gerekiyor. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com