Tarih: Aralık 2013
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
SPIKE, Spike Lee’nin gerçek adı değil, lakabı. Ama yönetmen gerçek adı ‘Shelton’ yerine ‘çivi, mıh’ gibi delici, batıcı, sert objeler için kullanılan ‘spike’ sözcüğünü adı olarak kullanıyor. Spike Lee’ye boşuna ‘çivi’ dememişler. Spike her fırsatta batıyor, her fırsatta bir sivrilik yapıyor. “Zencilerden’ söz eden bir film mi yapıldı, Spike Lee derhal olaya müdahil olacak ve büyük ihtimalle o filmin Afrikalı Amerikalıları ne kadar küçük gösterdiğine, zaten bir beyaz’ın zenciler hakkında film yapamayacağına dair bir şeyler söyleyecektir (bakınız: Quentin Tarantino ve Spike Lee arasında “Django Unchained/Zincirsiz” hakkında yapılan tartışma). İşin ilginci Spike Lee, şiddetle eleştirdiği o filmi görmemiştir bile.
Peki, film ‘beyazlara’ dairse, Spike Lee, susup bekleyecek midir? Tabii ki hayır! O zaman da Lee, filmin neden ‘siyahlara’ dair olmadığının hesabını soracaktır. Örnek istiyorsanız, Lee ile Clint Eastwood arasında geçen “Iwo Jima’dan Mektuplar” ve “Atalarımızın Bayrakları” filmleri üzerine geçen tartışmaları okuyun. Lee, sözü geçen filmlerde neden hiç siyahi kahraman olmadığının hesabını sorar Eastwood’a. Eastwood da, o bayrağı dikenlerin arasında siyah olmadığını, ama “Bird” adlı filminde oyuncu kadrosunun yüzde sekseninin siyah olduğunu, Nelson Mandela’nın hayatını anlatan “Invictus”ta da Mandela’yı bir siyaha oynatacağını (!) söyler.
KENDİ DE ELEŞTİRİLDİ
Lee böyledir de, Lee’nin politik karşıtları çok mu farklıdır, diye sorulabilir. Değildirler. Spike Lee, en ünlü filmlerinden “Malcolm X”in daha çekimlerine bile başlamamışken, çok sert eleştirilerle karşılaşmıştır. Şair Amiri Baraka’nın öncülük ettiği bir grup, daha senaryoyu bile okumadan Lee’nin “Malcolm X”i hakkını vererek anlatamayacağını, Lee’nin Malcolm X’in hayatını sömüreceğini, hikayesini çarpıtacağını ve X’in mirasını sonsuza dek lekeleyeceğini iddia ediyordu. Çünkü diyordu Baraka, “Lee’nin filmleri Afrikalı Amerikalıları hep kötü göstermiştir”: “She’s Gotta Have It / Mutlaka Onun Olmalı”da (1986) siyah kadınların eşit haklar için mücadelesini nemfomani gibi göstermiş, School Daze / Okul Şaşkınlığı’nda siyah kolejlerini hayvan çiftliklerine benzetmiş ve siyahların meselelerini komik bir burleske indirgemişti. Baraka, Lee’nin başyapıtı “Do the Right Thing / Doğru Davran”ı (1989) bile hiç beğenmemiş, filmi iyi siyah karakterler içermemekle ve siyahlara yönelik şiddeti sıradanlaştırmakla suçlamıştı. Baraka’ya göre Lee, “Gerici bir hareketin parçasıydı.” Mickey Rourke ise Spike Lee’nin “Do the Bicht Thing”ini. Los Angeles’ta birkaç yıl sonra çıkan ayaklanmaların nedeni olarak görmüştü ve Lee’nin ellerini kana buladığını iddia etmişti. Spike Lee, tabii ki Rourke’u cevapsız bırakmadı ama verdiği cevaplar hemen hemen safi küfür olduğu için sadece kısmen çevirerek aktaralım, bilenler bilmeyenlere sorsun: “Mickey Rourke is a f…ing hole. He’s a f…ing redneck, motherf…ing cracker, a motorcycle-riding… you know, what kind of work does he do? I mean, he’s an idiot! Başlıksız motosiklete binen, ring de yediği yumruklardan beyni sulanmış biri. Nasıl benim ve John Singleton’ın filmlerinin L.A. isyanlarına neden olduğunu söyleyebilir ki? Sanki kendi filmleri çok sorumluluk duygusuna haiz. He should get a fing shave, bir duş yapsın…”
ÖFKESİNİ RENGİNDEN ALIYOR
Bazı yönetmenler cinsiyetleri, milliyetleriyle vs. anılmayı sevmez. Lee’yi renginden, ırkından ayrı tanımlamak mümkün değildir. Spike Lee Afrikalı Amerikalı, siyah, zenci, kara bir yönetmendir. Temel meselesi Amerika’da siyah olmaya dairdir, enerjisini, öfkesini, estetiğini buradan alır. Daha geçtiğimiz yaz Lee öfkesine hakim olamayıp saçma sapan işler yaptı. Trayvon Martin adlı 17 yaşındaki silahsız bir genci vurup öldüren Beyaz George Zimmerman, temmuz ayındaki duruşmasında suçsuz bulununca, Spike Lee, Zimmerman’ın ev adresi sandığı yanlış bir adresi twitter’dan yaydı. Olayla ilgisi olmayan insanlar bu yanlış adres nedeniyle saldırıya uğrayan kendi evlerinden kaçmak ve otelde kalmak durumunda kalmış, nihayetinde Lee tazminat ödeyerek paçayı kurtarmıştı. Tipik Spike Lee’lik bir durumdu bu. Lee 30 yıl önce neyse bugün de aynı kişiydi.
Lee’nin geçmişine bakma zamanı geldi… Spike Lee, 20 Mart 1957’de Atlanta’da Shelton Jackson Lee olarak doğdu. Annesi Jacqueline öğretmen, babası William (Bill) müzisyendi. Annesi Shelton’a daha bebekken dik başlılığından dolayı Spike demeye başladı. Aile daha sonra Brooklyn, New York’a taşındı. Yaşadıkları yer İtalyan asıllıların çoğunlukta olduğu bir mahalleydi ve Lee ayrımcılığa uğruyordu. Baba Lee, eroin kullanıyordu ve sık sık parasız kalıyordu. Anne ise beyazların gittiği bir lisede siyah edebiyat dersi vererek evi geçindiriyordu. Spike’in kardeşleri annelerinin ders verdiği bu lisede eğitim gördülerse de Spike, Siyahların devam ettiği bir devlet okuluna gitmeyi tercih edecekti. Spike 20 yaşındayken annesi öldü. Beyazlara hizmet ettiği için öfkeli olduğu annesinden sonra babası da Spike’ın ifadesiyle, ”annesinin cesedi daha soğumadan” bir Yahudi kadınla yaşamaya başlayarak yönetmeni hayal kırıklığına uğratacaktı. Spike’a göre bu beraberliğin nedeni cinsel açıdan güçlü siyah erkek ile güzel beyaz kadın’ fantezisiydi. Spike Lee, “Jungle Fever / Orman Ateşi” (1991) adlı filminde bu otobiyografik öğelerin hepsini kullanacaktı. Lee, aynı filmde Yahudi düşmanlığı yapmakla da suçlanacaktı. Lee, cevaben Yahudi düşmanlığı yapmasının mümkün olmadığını, çünkü Hollywood’un Yahudilerce yönetildiğini, yapmak istese bile buna müsaade etmeyeceklerini söyleyecekti. Cevap yanlış değildi ama tatmin edici de değildi.
Spike Lee, 1979’da New York Üniversitesi’nin Tisch School adlı film akademisinde okumaya başladı. İlk kısa filmi tahmin edilebileceği üzere ırk meseleleriyle ilgiliydi ve Griffith’in alenen ırkçı filmi “Bir Milletin Doğuşu”nun parodisiydi. Bu ilk filmini hocalarına beğendiremediyse de, sonraki filmi “Joe’s Bed-Stuy Barbershop: We Cut Heads/ Joe’nun Bed-Stuy Berber Dükkanı: Kafa Kesiyoruz”la hem bir öğrenci filmleri Oscar’ı aldı hem de Lincoln Center’daki “Yeni Yönetmenler, Yeni Filmler” kapsamında gösterilen ilk öğrenci filminin yönetmeni olma unvanını kazandı. Çok düşük bir bütçeyle çektiği ilk uzun metrajlı filmi “She’s Gotta Have It”de aynı anda üç erkekle birlikte olan bir kadının hikayesini anlattı. 125 bin dolara yaptığı film, Lee’ye 9 milyon dolar kazandırdı; film aynı zamanda Cannes’da Prix de Jeunesse Ödülü’ne layık görüldü. Spike Lee’nin bir yönetmen olarak önü açılmıştı. Lee ”40 Acres and A Mule” adlı yapım şirketini kurdu. Şirketin adı kölelikten sonra siyahlara verileceği vaad edilen toprak miktarına ve bir katıra işaret ediyordu. Lee, kendi çiftliğini bileğinin gücüyle kurmuştu.
BAŞARILI BİR İŞ ADAMI
Spike Lee onlarca belgesel, kurmaca film, müzik videosu ve reklam filmi çekti. Kapitalizmle bazen kavgalı gibi görünse de aslında başarılı bir işadamı oldu ve bu sayede bağımsızlığını da korumayı başardı. Onun asıl derdi. sınıf ilişkileri ya da sınıfsal eşitsizliklerden çok ırksal eşitsizlikti. Lee deyince akla gelecek ilk iki film de bu ırksal meseleyi damardan ele al dığı “Do the Right Thing” ve “Malcolm X” olacaktı. “Do the Right Thing”de klasik trajedi mantığına uygun biçimde olaylar bir gün içinde gerçekleşir. Irksal gerilim adım adım yükselir ve polisin siyah bir genci öldürmesiyle bir ayaklanma başlar. Birkaç yıl sonra hayat filmi taklit eder ve Los Angeles’ta Siyahlar ayaklanır. Filmin yapısı klasik trajedi mantığının ötesine geçer ve Brechtçi bakış açısından da öğeler içerir. Oyuncular dördüncü duvarı yıkıp, seyirciye seslenebilir.
Amerikan siyahlarının tarihinin belki de en önemli ismi olan Malcolm X’in filminin Norman Jewison tarafından çekileceğini duyduğunda Spike Lee, bu filmi ancak bir siyah yönetmenin çekebileceği iddiasıyla bir kampanya başlatır ve işin kendisine verilmesini de sağlar. Sonuçta Lee kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza atar. Pezevenklikten, Amerikan Müslümanlarının liderliğine geçen ama bir suikastle hayatını yitiren Malcolm X, Lee’nin en epik ölçülerdeki filmidir.
Lee’nin, Michael Jackson, Katrina Kasırgası, genç basketbolcuların hayat mücadelesi gibi farklı temalarda sayısız belgeseli de var ve bunlar kurmaca filmlerinden daha istikrarlı bir başarı grafiği çiziyorlar. Ama bu kadar ayrıntıya girmek bizi şimdilik aşar. Bu ay Park Chan Wook’un “İhtiyar Delikanlısı”nın (2003) yeniden çevrimiyle karşımıza gelecek Lee. İster istemez merak ediyoruz, Lee’yi bu intikam öyküsüne neyin çektiğini…
Not: ‘Zenc’, Arapça’da “siyah” demek, bence “siyahi” anlamındaki “zenci” sözcüğünün Türkçede aşağılayıcı bir anlamı yok. Bu yazıda zenci, siyah ve Afrikalı Amerikalı sözcüklerinin hepsini aynı anlamda kullandım.