TARİH: 22 Ekim 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Yavaş yavaş…
Altın Koza’dan en iyi yönetmen, en iyi kurgu, en iyi ses tasarımı ve en iyi kadın oyucu ödülleriyle dönen Eylül, minimalizme tahammülü olanlar için…
“Eylül” herhalde son yılların en kötü Altın Koza yarışmasından en iyi yönetmen, en iyi kurgu, en iyi ses tasarımı ve en iyi kadın oyucu ödülleriyle döndü. Diğer filmlerin düzeyine bakılırsa daha fazlasını da alabilirdi. Ama bu demek değil ki “Eylül” eli yüzü düzgünün ötesinde bir film. Onu da filmin benimsediği “minimalist” üslup içindeki yeri açısından söylüyorum. Minimalizmle sorununuz yoksa “Eylül” hedefine az çok ulaşan bir film. Ama ben minimalizmden fena halde sıkıldım. Bela Tarr’ın “Torino Atı”nı bile çok az şey anlattığı için sevmemiştim. Minimalizm böyle bir şey, çok az şeyi çok yavaş bir tempoyla gösteriyor. Amaç seyirciyi düşündürtmek, kahramanlarının yabancılaşmışlıklarına ve çıkmazlarına dahil etmek. Bir eleştirmenin “sıkıldım” demesi mesleki intihar gibi bir şeydir, adama ne yani eğlenmek için mi sinemaya gidiyorsun diye sorarlar. Ya da, bize ne sıkılıp sıkılmadığından, senden filmin analizin yapmanı bekliyoruz, derler. Haklı da olurlar. Ama Galile nasıl sözlerinin intihar anlamına geldiğini bile bile “dünya dönüyor” demişse, ben de aynı şeyi yapacağım: Minimalizm sıkıyor!
Banksy’nin şöyle bir lafı varmış: “Reklamcılıktan en çok nefret etmemin nedeni, en parlak, yaratıcı ve hırslı genç insanları kendisine çekmesi ve bizi, sanatçılarımız olarak yavaş ve kendiyle saplantılı insanlarla baş başa bırakması. İnsanlık tarihinde hiçbir zaman bu kadar az şey söylemek için bu kadar çok şey bu kadar çok kişi tarafından kullanılmamıştır.”
“Eylül” bir kuyumcunun, onun karısının ve Doğu Avrupalı bir seks kölesinin ilişkisini anlatıyor.