TARİH: 22 Ekim 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Allen’dan sığ bir film daha
Spot: Allen masumiyetini cümle âleme kabul ettirmek için sürekli yeni argümanlar sunuyor: Bütün filmleri bize aynı liberal sloganı söylüyor: Sekste ve aşkta sınır tanımayın, ne hoşunuza giderse onu yapın! Çok eşlilik mi? Tamamdır! Oğlunuzun karısıyla sevişmek mi istiyorsunuz? Bir sakıncası yok!
Woody Allen niye film yapmaya devam ediyor diye sormam anlamsız aslında. Adamın filmleri beğeniliyor, Cannes’da açılış filmi filan yapılıyor. Niye film yapmasın o zaman? Ama filmlerinin en iyi ihtimalle “vasat” olduklarını Woody Allen herkesten daha iyi biliyor ve söylüyor da. E, be adam gelmişsin 75 yaşına, dünyalığını herhalde çoktan doğrultmuşsundur da, vasat olduğun bir işte çalışmaya neden devam ediyorsun? Bana bunun tek bir cevabı varmış gibi geliyor. Woody Allen bilindiği gibi, eşinin evlatlık edindiği kızla evlendi. Bu da hem ensest hem de pedofili tartışmalarına neden oldu. Allen mahkemelerde aklandı ve saygınlığından bir şey yitirmedi. Ama sanırım dava Allen’ın ruhunda devam ediyor. Bütün filmleri bize aynı liberal sloganı söylüyor: Sekste ve aşkta sınır tanımayın, ne hoşunuza giderse onu yapın! Çok eşlilik mi? Tamamdır! Oğlunuzun karısıyla sevişmek mi istiyorsunuz? Bir sakıncası yok! Evinize sığınan kızınız yaşındaki bir kadınla aşk mı yaşamak istiyorsunuz? No problem! Vs, vs. Yani ne hoşunuza giderse, ne size uygunsa. Kısacası bir filminin adı gibi “Whatever Works”! Allen kafasında süren davaya sürekli yeni kanıtlar, yeni argümanlar sunuyor, masumiyetini cümle âleme kabul ettirmek için.
Aslında bu sınırsız özgürlüğün işlemediğini pekâlâ biliyordur Allen da. Bonobo maymunu olmak çekici bir fikir gibi gelebilir ama değiliz. Olma ihtimalimiz de yok. “Paris’te Gece Yarısı” sekste ve aşkta sınır tanımadığı varsayılan bir grup insanın içine atıyor Allen’ı. Daha doğrusu filmde Allen’ı temsil eden Gil’i oynayan Owen Wilson’ı. Gil bir roman yazmak isteyen ama Hollywood’a senaryo yazarak hayatını kazanan biri. Nişanlısı ve nişanlısının ailesiyle Paris’e gelmiş. Nişanlısıyla apayrı insanlar ve belli ki birbirlerinden haz da etmiyorlar ama öyle işte. Derken Gil hep gitmek istediği 1920’lerin Paris’ine gidiyor mucizevî bir şekilde. Orada hayranı olduğu sanatçıların klişeleriyle karşılaşıyor. O klişeler klişe klişe laflar ediyorlar…
Filmi sonuna kadar seyretme şansım olmadığını belirteyim. Başka bir randevum nedeniyle bitimine yakın sinemadan çıkmak zorunda kaldım. Ama sonuna kadar seyretsem de film hakkındaki görüşüm sanırım değişmezdi: Sığ, sığ, sığ!