Tarih: Ekim 2013
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
ALFONSO CUARON’U kategorize etmek çok zor. Onun için Meksikalı film yönetmeni diye söze başlamak bile pek bir anlam içermiyor. Meksika’da, İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da ve en son ‘uzay’da film çeken bir yönetmeni belirli bir ülke sineması ile sınırlamak, kategorize etmek pek anlamlı değil. Ama evet, Cuaron 1961’de Meksika’da doğmuş, orada yetişmiş ve orada felsefe ve sinema eğitimi almış. Milliyetçi mi dersiniz mi, ulusalcı mı, nasıl adlandırırsak adlandıralım, Meksika’daki egemen ideolojiyle uyum sağlamadığı için sinema eğitimi yarım kalmış. Çünkü Cuaron arkadaşlarıyla birlikte ilk filmlerini İspanyolca değil de İngilizce çekme cüretinde bulunmuş. Okuldaki radikal öğrencilerle takılmış, onlardan etkilenmiş ama radikal öğrencilerin propaganda sinemasına meylini paylaşmamış. O çevreden uzaklaşırken politikadan uzaklaşmamış fakat. İyi sinemayla da mesaj verilebileceğini, hatta daha iyi verilebileceğini düşünmüş.
Düşünmüş düşünmesine de, sinema okulundan atıldığında Cuaron film çekme umutlarını çoktan yitirmiş bir haldeymiş. Üstelik bir de baba olduğu ve hayatını kazanması gerektiği için bir müzede çalışmaya başlamış. Ama talih yüzüne gülmüş, sinema dünyasına basit teknik işler yaparak yeniden adım atabilmiş. Asistanlık filan derken, ilk filmi “Solo Con Tu Pareja / Sadece Partnerinle”nin (1991) senaryosunu yazmış. Talih bir ikinci defa gülmüş Cuaron’un yüzüne ve devletin destek verdiği filmlerden birinin yönetmeni, projesini geri çekince “Sadece Partnerinle”nin yolu açılmış.
Epey bir gecikmeyle Meksika’da vizyona giren “Sadece Partnerinle” gişede büyük başarı kazanmış, Toronto Film Festivali’nde gösterilmiş ve Sydney Pollack’ın dikkatini çekmiş. Pollack’ın daveti üzerine Amerika’ya giden Cuaron, başından beri filmin asıl sahibi kendileriymiş gibi davranan, filme finansman sağlamayı büyük bir lütufmuş gibi gören Meksika Sinematografi Enstitüsü’ne (IMCINE) tabir-i caizse ‘ne Meksiko’nun tacos’u, ne bürokratın yüzü’ deyip, devletle iplerini koparmış. Bir daha da devletten bir kuruş yardım almamış. Pollack’ın yürütücü prodüktörü olduğu ”Fallen Angels” dizisinin film noir tarzındaki bir bölümünü çekip, başarılı olunca Hollywood’un kapıları Cuaron’a açılmış. İlk olarak eleştirmenlerin çok beğendiği ama gişede pek başarılı olmayan “Küçük Prenses / A Little Princess” (1995) adlı filmi çekmiş Cuaron, Amerika’da. Kendisinin de en sevdiği film olduğunu söylediği “Küçük Prenses’in ardından da “Büyük Umutlar / Great Expectations”…. Cuaron’u biz de bu filmle tanıdık. Açıkçası bizim için pek iyi bir başlangıç değildi. Kötü bir senaryodan belki de ancak bu kadarı yapılabilirdi.
Cuaron, Meksika’da tanıdığından farklı bir tür sansürle Amerika’da tanışmıştı. Meksika’da devlet her şeye burnunu sokarken Amerika’da da yapım şirketleri her şeye karışıyorlardı. Parayı veren her yerde düdüğü de çalmak istiyordu, nihayetinde. Cuaron, az çok Hollywood’da çalışmış olmanın güveniyle Meksika’ya döndü ve bir finansörün desteğiyle ilk başyapıtı sayılan “Ananı Da/Y Tu Mama Tambien” (2001) çekti. Filmin sınırlayıcı bir rating alması, Cuaron’a filmin propagandasını yapma fırsatı verdi. Aslında bu ratinglerin hiçbir pratik manası yoktu Meksika’da. Bilet aldıktan sonra, kimse sinema salonuna girenin yaşını sormazdı. Sansüre uğradığı ve mağdur edildiği iddiasıyla mahkemeye başvuran Cuaron, hem filminin sıkı bir reklamını yaptı, hem de yurtdışında film çekmesinin meşruluğunu kanıtladı.
HARRY POTTER HAMLESİ
“Ananı Da” büyük iş yaptı. Oscar’a aday oldu, hem de yabancı film kategorisinden değil, yerli film kategorisinden. Meksika’nın resmi adayı olamamıştı muhalif film. Ama işin gerçeği film ABD’de de 17 yaşından küçüklere sınırlandırıldı. Ve fakat yine de hem Oscar’larda hem de Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü’ne aday oldu: Venedik’te kazandı da. Cuaron, tekrar Hollywood’a döndü ve yine kendisinden beklenmeyen bir filme imza attı: 2005 tarihli “Harry Potter ve Azkaban Tutsağı / Harry Potter and The Prisioner of Azkaban”! Dizinin sinematografik açıdan en iyisi olduğu kabul edilen film, yine de bir marka’nın parçasıydı ve artık ‘auteur’ diye kabul edilmeye başlayan Cuaron’dan beklenen bir hamle değildi.
Cuaron şaşırtmaya devam edecekti. Geçmiş filmleriyle doğal olarak ortak noktalar içermesine rağmen 2006’da “Son Umut / Children of Men”le Cuaron, kendisini birçok açıdan aşan bir filme imza attı. Cuaron’un filmografisinde köşe taşı sayılabilecek 3 filme, “Sadece Partnerinle”, “Ananı Da” ve “Son Umut”a baktığımızda neler söylenebilir? “Sadece Partnerinle” bir ilk film olarak başarılı olsa da açıkçası pek de iyi bir film değil. Bir tür romantik komedi olan filmin ilkel bir komedi anlayışı olduğu bile söylenebilir. Tamamen ticari amaçlı yapılmış gibi görünen film, Tomas Tomas adlı bir çapkın reklamcının maceralarını anlatır. Tomas her güzel kadını, özellikle de bu kadın başka bir erkeğinse, tavlamak yönünde engellenemez bir arzu duvar. Gerçi Tomas,
cinsel ilişkinin kendisinden çok, o ilişkiyi hayal etmekten zevk duyar. Bir kadını röntgenlerken aldığı hazzı, cinsel ilişki sırasında almaz. Bir kadını elde ettiği anda, o kadınla işi de biter aslında, gözü yeni fethedilecek kalelere yönelir. Tomas, üniformalı kadınlardan özellikle hoşlanır. Bu kadınlar bir tür otoriteyi, anneyi temsil ederler muhtemelen. Film aslında üniformalı kadın fantezilerini sömürmekten de geri durmaz. Ama filmin finali bir romantik komediden beklenmeyen bir niteliğe sahiptir. Hayalindeki kadınla evlenmesi Tomas’ı değiştirmez, kahramanımızın yakında yeniden ‘av’a çıkacağını ima eder filmin finali!
ANNE FİGÜRLERİ
“Ananı Da” adı üstünde anne figürüne yönelik bir cinsel saldırganlık tehdidini almıştır kendisine ad olarak. İki delikanlı, kendilerinden yaşça büyük ve evli bir kadınla, işsiz bir sahilde tatil yapmak üzere yola çıkarlar. Delikanlılar hem kadını röntgenlerler, hem de ikisi birden kadınla sevişirler. Ve hatta bu sevişme birbirleriyle sevişmeye de evrilir. Ve o noktada üçlünün ilişkisi de sona erer. Film ön planda bu üçlünün hikayesini anlatırken arka planda, sınıfsal farkları ve yoksulluğun sonuçlarını da bir anlatıcı aracılığıyla gündeme getirir.
Bir evrensel anne figürü de “Son Umut’ta karşımıza çıkar. Film bir distopyadır ama aslında anlattığı tam da bugündür. Fütüristik alet edevat yoktur filmde. Ama Guantanamo, Ebu Greyb benzeri manzaralar, mülteci sorunu, ‘demokrasi’nin simgelerinden İngiltere’de totaliter ve militer bir rejimin hüküm sürmesi, derin sınıfsal farklılıklar bize günümüzün gerçekliğini anlatır. Birinci dünya ile üçüncü dünya hem birbirine karışmış, hem de çatışma halindedir. İnsanlar kısırlaşmış, çocuk yapamaz yani gelecekten bir şey bekleyemez hale gelmiştir. Clive Owen’ın canlandırdığı filmin yorgun kahramanı dünyada 18 yıldan beri hamile kalan ilk kadını, ilk anne adayını kurtarma misyonunu üstlenir. Bu filmde de dışarıdan seyretme yani bir tür röntgenciliğin olduğundan söz edebiliriz. Ve hiç kuşkusuz filmin erkek kahramanı bu anne adayından cinsel olarak da etkilenmiştir. “Son Umut”un aksiyon sahneleri ki filme klasik anlamda bir aksiyon filmi demek zordur, sinema tarihine geçecek kadar iyidir, hatta mükemmeldir. Cuaraon daha önce de kullandığı uzun, kesintisiz ama durağan olmayan planları burada mükemmelleştirir. Zizek filmi yorumlarken asıl umutsuzluğun, insanların tarihsizleşmesi, köksüzleşmesi olduğunu söyler. Michelangelo’nun ünlü Davut heykeliya da Picasso’nun “Guernica”sı bir özel koleksiyoncuya aittir artık. Bağlamından kopmuş, anlamsızlaşmıştırlar.
Cuaron bu yılki Venedik Film Festivali’ni açan “Yerçekimi / Gravity’e imza attı son olarak. Filmin Oscar’a aday olacağı konuşuluyor ve Venedik’in gelmiş geçmiş en iyi açılış filmlerinden biri olduğu söyleniyor. Uzay boşluğunda bir başlarına kalan bir kadın (Sandra Bullock) ve bir erkek astronotun (George Clooney) hikayesi, izleyenleri büyülemiş gibi gözüküyor. Sinema dünyasının bu ticari açıdan en başarılı ‘auteur’ünden her şey beklenir.