Tarih: Ocak 2016
Gazete/Dergi: Milliyet Sanat
Son yılların en tartışmalı Altın Palmiye seçimi ”Dheepan”, bu ay gösterime giriyor. Fransız yönetmen Jacques Audriard’ın yönettiği film, Sri Lankalı bir ailenin Fransa’da yaşadıklarını konu alıyor.
Sri Lanka neresidir, haritada nerede yer alır diye sorulsa, “Dheepan” filmini seyretmeye giden kültürlü seyircilerin bile çoğunun doğru cevabı vereceğinden kuşkuluyum. Bir zamanlar Seylan
diye tanıdığımız ve çayı meşhur olan bu ülke Hindistan’ın güneyinde yer alan bir ada devlet. Yüzölçümü Türkiye’nin onda birinin altında. Ama iki resmi dili var. Çoğunluğu oluşturan Sinhalaların dili ve azınlık Tamillerin dili. Bir de tabii eski efendinin dili İngilizce konuşuluyor adada.
Ama dilleri resmen kabul edilmiş olsa da Tamiller bağımsızlık istemiş. Bu bağımsızlık mücadelesi Tamil Kaplanları adlı örgütü yaratmış. Uzun süren iç savaş çok kanlı bir şekilde 2009’da bastırılmış. Kaplanlar yenilmişler. Tamil Kaplanları, Batı’da terörist bir örgüt olarak tanımlanmış; bastırılmalarının çok kanlı oluşuna belki de bu yüzden gözünü kapatmış ‘özgür dünya’. Jacques Audiard’ın yönettiği “Dheepan”, bütün bunlardan söz etmiyor aslında. Ama bütün bunlarla ilgili de bir yandan. Film Sri Lanka’dan Fransa’ya iltica eden eski bir Tamil savaşçısını anlatıyor ve onun adını taşıyor. Dheepan, ailesini ve yoldaşlarını iç savaşta birer birer kaybettikten sonra, mücadeleye devam etmenin anlamsızlığına hükmediyor. İltica edebilmek için apolitik bir aile gibi görünmenin faydalı olacağına karar veriyor, daha önceden hiç tanımadığı Yalini adlı bir kadınla eş rolü yapıyorlar. Resmi tamamlamak için de akrabalarının baktığı İllayal adlı yetim bir kız çocuğu buluyorlar. Bu ailenin oluşum süreci şipşak diyebileceğimiz bir hızla anlatılıyor filmde. Fransa’ya yerleştikten bir süre sonra Dheepan mafyanın hakimiyetindeki bir sosyal konut kompleksinde kapıcı olarak iş buluyor. Yalini ise hasta bir eski mafya üyesinin bakıcılığını üstleniyor. Yalini, bir femme fatale gibi kendi çıkarının peşinden koşarken hem Dheepan’ı tavlıyor hem de mafya lideriyle flört ediyor. Evlatlıkları kıza hiç önem vermediğini de belirtmek lazım. Yalini’nin üzerinden bornozunu düşürüp, çapkın bakış larla Dheepan’ı yatağa davet ettiği bir de sahne var ki, değme femme fatale’e parmak ısırtır.
Dheepan bir gün eski politik liderlerinden biriyle karşılaşır. Tek gözlü, çirkin bakışlı bu adam artık politikadan kopmuş olan Dheepan’ı, ‘titreyip kendine dönmediği için döver. Seyirci olarak, hepimiz, Dheepan’ın politikadan elini ayağını çekmiş olmasına çok seviniriz. Tamil Kaplanları belki terörist sıfatını hak eden bir örgüttü ama Dheepan neye isyan etmişti, neden mücadele etmişti, hiç öğrenemediğimiz gibi artık bir önemi de kalmamıştır.
Dheepan’ın politik öfkesi bitse de, içindeki şiddet eğilimi bitmiş değildir. Sosyal konut kompleksindeki mafyanın tavırlarına sinir olan ve zaten de mafya lideriyle Yalini’nin ilişkisini kıskanan Dheepan, herkesi hizaya getirmeye karar verir. Herkes derken mafyayı ve kadını olduğuna karar verdiği Yalini’yi kastediyorum! Dheepan, Sri Lanka’dan nasıl getirdiğini (akla “Kill Bill” geliyor) bilmediğimiz palasını çıkarır ve… Filmin bundan sonrasının, ikisi de faşizanlıkla suçlanmış “Taxi Driver / Taksi Şoförü” ve “Death Wish” filmlerine sık sık benzetildiğini söyleyeyim.
TOPLUMUN KENARINDA KALMIŞ KARAKTERLER
“Dheepan”ın yaratıcısı Jacques Audiard’ı son 3 filmiyle tanıyorum: “Un prophète / Bir Peygamber”, “De rouille et d’os / Pas ve Kemik” ve şimdi de “Dheepan”. Audiard kesinlikle stil sahibi bir yönetmen. Filmlerinin seyirciyi içine alan bir ritmi var. Toplumun kenarda kalmış, sesi pek duyulmayan karakterlerine de özel ilgisi var yönetmenin. “Bir Peygamber”de genç bir Arap, “Pas ve Kemik’te bir sokak dövüşçüsü, “Dheepan”da ise Sri Lankalı göçmenler ön planda. Ama Audiard’ı asıl ilgilendiren başka bir şey. Bir defa yönetmen, şiddete meyyal ve şiddeti çok iyi uygulayabilen karakterlere bir hayranlık duyuyor. Bu karakterlerin marjinaller, esmerler olması belki de onlara mistik ve bir ölçüde de siyaseten doğru bir hale ekliyor. Bu marjinal kahramanlara inanmak da belki bu yüzden daha kolay oluyor.
Şiddeti estetize ederken bir yandan da son derece ortalama bir hayatı vaaz ediyor Audiard. Kahramanlar şiddetin içinden bilinmeyene değil, tam da bilinene ulaşıyor. Kendi ailelerini kuruyorlar. Zaten şiddetlerinin de siyasi bir içeriği yok, bireysel bir içeriği var. Filmlerinin kahramanlarının rakipleri, hem “Bir Peygamber”de hem de “Dheepan”da mafya üyeleri, yani kötüler. Dolayısıyla kahramanların şiddeti de haklı bir şiddet gibi görünüyor ama böylece kazanan şiddet oluyor! Dheepan’ın filme politik bir karakter, bir Tamil Kaplanı olarak başlamış olmasının, onun savaş sanatına hakimiyetini açıklamaktan başka bir işlevi yok. Audiard’ın filmi anti-politik, şiddet sempatizanı ve maço bir film. Şiddet erbabı erkeklerin, herkesi pataklayıp ailelerini kurdukları Audiard filmleri bana bir şey vermiyor. Mesele politikayı reddedip aile kurmaksa, bunun için cehennemin içinden geçmeye de gerek yok zaten.
ŞAŞKINLIK YARATAN BİR ALTIN PALMİYE
Yönetmenin, terörist diye adlandırılan bir örgütün elemanını filminin kahramanı yapması ve seyircinin ona sempati duymasını sağlamasında cesur bir yan var belki. Ama şöyle bakanlar çıkabilir ve çok da haksız olmazlar: “Bu adamların iltica etmelerine izin vermemek gerekir çünkü gördüğünüz gibi kendileriyle birlikte şiddetlerini de ülkemize getiriyorlar!” Paris’teki son eylemleri yapanlardan en az birisinin Yunanistan üzerinden Fransa’ya geçmiş bir Suriyeli olması, böyle diyenlerin eline ciddi bir koz verecektir.
Cannes’da Altın Palmiye kazanan filmler genellikle başka forumlarda da yılın en iyi filmi seçilir. Mallick’in “The Tree of Life / Hayat Ağacı” ve Haneke’nin “Amour / Aşk”ı mesela böyledir. Ama Dheepan için böyle bir şey söz konusu değil. Filmin Altın Palmiye’yi kazanması şaşkınlıkla karşılandı zaten. Yılın en iyi filmleri listelerinin belli olmaya başladığı şu günlerde “Dheepan”ı herhangi bir listede göremedim. Cannes’da “Dheepan”a ödül veren jürinin başkanlığını yapan Coen Kardeşler’e de birkaç söz etmekte fayda var. Coen’ler hiçbir zaman en hümanist yönetenler olarak anılmadılar. Karakterlerine böceğe bakar gibi bakmakla, mesafeli ve alaycı olmakla eleştirildiler. Ama “Death Wish”e benzetilen yanları olan bir filme büyük ödül vereceklerini de düşünmezdik. Coen Kardeşler beni bu yıl bir kez daha hayal kırıklığına uğrattılar: Spielberg’in fazlasıyla propaganda kokan “Bridge of Spies / Casuslar Köprüsü’ne senarist olarak imza atarak! Hadi propaganda filmi yargıma katılmayın ama fazlasıyla mainstream (ana akım) bir film değil miydi “Casuslar Köprüsü”? Son olarak “Dheepan”ın hayal mi gerçek mi olduğu belli olmayan finaline, fazla açık etmeden değinmeli. Bu sahne hayalse ne anlatıyor, gerçekse ne? Galiba sadece Audiard biliyor bu sorunun cevabını. Ama cevabı ne olursa olsun bana çok da anlamlıymış gibi gelmiyor.