TARİH: 20 Mart 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Ortaokul ve lisede çok okul kırdım, sıkıcı derslerden kaçıp sinemaya gittim. Sonunda da film eleştirmeni oldum. Ama ders beni sinemada da buldu. Şimdi sinemayı kırsam nereye gideceğim? “Dersimiz Atatürk” adının vaat ettiği gibi bir eğitim filmi. Teneffüs zili çalsa da kurtulsak dedirten türden. Filmin başında yönetmen Hamdi Akalın filmin çocuklara ve gençlere yönelik olduğunu belirtti. Ama bu durum filmin benim gibi yetişkinlere sıkıcı gelmesinin nedeni değil. Çocuklara da sıkıcı gelecektir. Bana tarih dersleri çok sıkıcı geliyordu çocukken, unutmadım. Nedenleri belli: tarih bir olaylar silsilesi olarak aktarılır, kralların, padişahların komutanların kahramanlıklarından ibarettir. Neden sonuç ilişkileri son derece yüzeyseldir. Padişahlar sefahat alemine dalar, imparatorluk geriler falan filan. Batı neden gelişir de Osmanlı geri kalır, savaşlar neden çıkar(ılır) anlamanız mümkün değildir.
DEDENİN ANLATTIKLARI
“Dersimiz Atatürk” de aynı tarih anlatımının bir parçası. Anlamsız ve sıkıcı. Film boyunca ortaokul ve lise boyunca yaşadıklarım gözümün önünden geçti. Filmin senaristi Turgut Özakman ve yönetmeni Hamdi Alkan da aynı sıkıntıları yaşamamışlar mıydı acaba? Yaşadılarsa nasıl oluyordu da aynı anlayışı sürdürüp çocukların bu filmden eğlenerek ve öğrenerek çıkacaklarını umuyorlardı?
Filmde bir yazar karakteri var Çetin Tekindor’un canlandırdığı. Bu yazar Mert adlı bir çocuğun dedesi. Mert ve sınıf arkadaşları, Atatürk hakkında bir sunum hazırlamaları gerektiğinde yazar dedeye başvuruyorlar. Yazar dede de oturup onlara Atatürk’ü görsel materyallerle de süsleyerek anlatıyor. Filmi bu anlatı oluşturuyor. Dede filmin başlarında bir ortaçağ tanımı yapıyor. Bu tanım şöyle “ortaçağ = bilgisizlik+yoksulluk+gerilik+bağnazlık”. Koskoca ortaçağ bu muymuş? Buymuş, çünkü bu tanım ezberlememiz için bir kez daha tekrar ediliyor. Bu ortaçağda nasıl bir bilgi birikimi oluşmuş, üretici güçler ile üretim ilişkileri nasıl dönüşümlerden geçmişler ve en önemlisi ortaçağ nasıl olmuş da yeni çağa yol vermiş? Hangi dinamikler bu değişime yol açmış? Osmanlı İmparatorluğu ortaçağı yaşıyor gibiyken, Atatürk çıkıp önderlik etmiş ve ortaçağdan çıkmışız. Türkiye için en azından açıklama bundan ibaret. (Demek ki Fatih ortaçağı kapatıp yeni çağı başkaları için açmış, kendi devleti için değil.)
Sonra başlıyor düşmanlar edebiyatı. Küçükken kavramakta en güçlük çektiğim şey, düşmanın göreceli bir kavram olduğuydu. Bizim de başkasının düşmanı olabileceğimizi ders kitaplarından değil, Zagor adlı resimli romandan öğrenmiştim. Zagor bile ders kitaplarından daha ileriydi.
Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk’ün köylere “yaşama sevinci” götürdüğünü ekliyor bir ara yazar dede. Akabinde izlediğimiz sahnede köylülerin yaşama sevincini görüyoruz. Gülmeyen, ciddi suratlarla hazır olda durmuşlar, bir kısmı asker selamı veriyor.
Atatürk zeki bir çoban çocuğu himayesine alıyor. Yanaklarından kan fışkıran bu çocuk güçlensin diye hastaneye yatırılıyor. Bir hastalığı olmayan bir çocuk neden hastaneye yatırılır, iyi beslenmenin başka yolu yok mudur? Anlayan bana da açıklasın. “Dersimiz Atatürk” Can Dündar’ın “yanlışlar”ını da düzeltiyor. Ata’nın içki sofralarının nasıl bir saygı ve ölçülülük içinde yapıldığını da görüyoruz. Bu sofralarda anladığımız kadarıyla Atatürk, konuklarına brifing veriyor. Görüntüler böyle bir ortama işaret ediyor.
Bunun gibi daha birçok şey söylenebilir ama gerekli değil. Mühim bunlar da tabii ama asıl mesele başta söylediğim gibi tarih anlayışı. Bu anlayışta kahramanlar ve hayranlıkla onu izleyen faniler ve bir takım olaylar var. Bir analiz, bir açıklama yok.
HERKES JAKOBEN
Film sırasında bir de şunu düşündüm: Herkes jakoben, kimse kendi başına bırakıldığında, başına bir öğretmen konulmadığında bu halkın bir yere gidebileceğine inanmıyor! Liberaller AB yasalarıyla tepeden (Avrupa’dan) inme bir demokrasinin geleceğini umuyor. Kemalistler, Atatürk’e tapıyorlar ve önderler ve öğretmenler aracılığıyla halkı eğitmeyi umuyorlar. Ilımlı İslamcılar imamdan bir öğretmen, bir ulu önder yaratıyor ve halkın onun aracılığıyla doğru yolu bulmasını bekliyor. Komünistler de işçi sınıfına bilincin dışarıdan getirileceğini söyler öteden beri zaten. O zaman jakobenizmle barışalım, kimsenin farklı bir yöntem önereceği yoksa.