TARİH:  19 Mayıs 2006

GAZETE/DERGİ: Birgün

Da Vinci, O’nun şifresi ve diğerleri 

Sinema sezonu, hayal kırıklığı yaratan filmleriyle en zor dönemlerden birine girdi. Haftanın tek yerli yapımı ‘Kısık Ateşte 15 Dakika’, ‘az pişmiş bir yemeği’ andırırken Da Vinci Şifresi vasatı aşmıyor. ‘Veda Vakti’nin ise yazık ki ‘dişe dokunur bir yanı’ yok. 

Orijinal Adı: The Da Vinci Code Yönetmen: Ron Howard Oyuncular: Tom Hanks, Jean Reno, Aud rey Tautou, Paul Bettany Türü: Dram-Gerilim-Polisiye Ülke: ABD 

Orijinal Adı: Le Temps qui reste Yönetmen: François Ozon Oyuncular: Jeanne Moreau, Melvil Poupaud, Valeria Bruni Tedeschi, Daniel Duval Türü: Dram Ülke: Fransa 

Yönetmen: Neco Çelik Oyuncular: Metin Akpınar, Haluk Bilginer, Ata Demirer, Özkan Uğur Türü: Komedi-Dram Ülke: Türkiye 

Son zamanların hayal kırıklığı açısından zengin nicelik açısından ise en zayıf haftalarından birine giriyoruz. Topu topu 3 film gösterime giriyor bu hafta. François Ozon aslında hemen hemen hiçbir zaman çok anlamlı bir şey söylemediğinden belki de hayal kırıklığı sayılmamalı. Ama hak etmediği bir saygınlığa sahip Ozon. Kanser olduğunu ve yakında öleceğini öğrenen eşcinsel bir moda fotoğrafçısın son günlerini anlattığı filminde de dişe dokunur bir şey yok. Filmin kahramanının çocuk sahibi olduktan ve mirasını ona bıraktıktan sonra huzurlu bir biçimde ölmesi bazı radikal escinselleri kızdırdı. Huzurun ‘normal’likte bulunması açısından yani. Bu tartışmayı anlamak için seyretmeye değerdir belki.

Haftanın Türk filmi ‘Kısık Ateşte 15 Dakika’yı izlemek ise az pişmiş bir yemeği sonuna kadar yemek zorunda olmaya benziyor ağızda bıraktığı tat açısından. Son derece fazla malzeme içermesi de başka bir kusuru. Film bir türlü akmıyor, oyuncular filmin geçtiği lokantada yedikleri yemeklerden sanki kabız olmuşlar. Filmin hikayesi 15 dakikada olup bitenleri anlatıyor ama bu zaman meselesi de filmde bir anlam kazanmıyor. Saat 21:00’de başlayan öykü 21:15 olduğunda bittiğinde olduğu gibi uzatma olmamasına sevinmek dışında elinizde bir şey kalmıyor. 

Haftanın ağır topu ise hiç kuşkusuz ‘Da Vinci Şifresi’. Dan Brown’ın romanı o kadar çok sattı ki, geçen yaz güney sahillerinde dolaştığınızda bir tür Maocu kültür devrimi yaşandığı ve ‘Da Vinci Şifresi’nin yeni “Kırmızı Kitap’ ilan edildiği şüphesine kapılabilirdiniz. Söz konusu kitabın kendisi olmasa da Brown’ın başka bir eserini okumak sanki zorunlu ilan edilmişti. Elli milyonun üzerinde satış yapan kitaptan uyarlanan filmden yapımcılarının çok yüksek beklentilerinin olması doğal. Sonuç olarak hiçbir masraftan kaçınılmamış, Amerika’dan Oscar’lı yönetmen ve oyunculara Fransa’nın dışarda en çok tanınan isimleri eşlik etmiş. Ama sonuç vasatı aşmıyor ne yazık ki. Oysa film Hıristiyanlığa dair ilginç ve üzerinde düşünmeye 

değer şeyler de söylüyor ama bunlar macera filmi kalıpları içinde gürültüye gidiyor. Zaten filmin finalinde inancın bilimsel gerçeğe üstünlüğü ilan ediliyor ve Katolik Kilisesi’nden gelebilecek olası tepkilere karşı önlem alınıyor. 

Filmin asıl ilginç yanı Hıristiyanlığa dair söylenenler olduğu için onlar üzerinde biraz durmak gerek. Doğu Roma yani Bizans İmparatoru Büyük Konstantin (İstanbul’un eski adı Konstantinopol ondan geliyor) pagan olmasına rağmen Hıristiyanlığın artan gücünü Roma’nın birliğini korumak yolunda kullanacak kadar akıllı biri. Mezhep ve din çatışmalarına son vermek için Hıristiyanlığı resmi din ilan ediyor ve 325 yılında İznik’te bir konsil (konsey ya da konsül değil çoğunlukla karıştırıldığı gibi) topluyor. Bu konsilin başkanı da henüz bir Hıristiyan olmayan Konstantin’in kendisi. Ve bu konsilde nasıl bir Hıristiyanlığa inanılacağına karar veriliyor. O dönemde ortada 4’ten çok daha fazla incil var. Ve temel tartışma İsa’nın ilahi niteliğine değin sürüyor. İsa tanrının mı yoksa bir insanın mı oğlu belirleyici soru. Konsil İsa’nın tanrının oğlu olduğuna karar veriyor ve 4 incil dışındaki diğerlerini sapkın ilan ediyor. Önemli bir diğer karar da Magdalalı Meryem (Maria Magdalena) üzerine alınıyor. Magdalalı Meryem’in İsa’nın karısı olduğu ve ondan çocuk yaptığı iddiaları da reddediliyor. Böylece kadının ikincil konumu resmileştiriliyor. Bütün bunların politik kararlar olduğu konsilin başkanının niteliklerinden belli zaten. 

İddiaya göre Sion Tarikatı diye bir tarikat var ve bu tarikatın askeri kolu olan Tapınak Şövalyeleri Haçlı Seferleri sırasında konsilin sapkın ilan ettiği belgelere ya da kutsal kaseye ulaşıyor. Bu kutsal kase aslında Magdalalı Meryem’in itibarını iade eden ve onu İsa’nın varisi ilan eden bir şey(?). Hem İsa’ya insani bir nitelik verecek hem de kadını kilisenin başı olabilecek bir konuma getirecek bu bilgiler Katolik Kilisesi’nin iktidarını sarsacak türden. Dolayısıyla Tapınak Şövalyeleri önce rüşvetle sonra da katliamlarla susturuluyor. Ama hepsi ölmüyor ve mücadele günümüze taşınıyor. ‘Da Vinci Şifresi’ de bu bilgilerin ortaya çıkmasını engellemeye çalışan Opus Dei adlı tarikatla Tapınak Şövalyelerinin mirasçısı kriptolog Sophie (Audrey Tautou) ile ona yardım eden dini semboller uzmanı Robert Langdon (Tom Hanks) arasındaki mücadeleyi anlatıyor. Bu mücadele ne Sophie’yle Robert arasında yaşanan romantik bir aşka ne de heyecanla izlenebilecek bir gerilime sahne oluyor. Oyunculuklar da şaşırtıcı derecede renksiz. Benim adıma filmden kar kalan Louvre ve Rosslyn Şapeli gibi mekanların içini görmek oldu. Bu da 2,5 saatlik bir film için fazla bir şey sayılmaz. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com