TARİH: 2 Haziran 2006
GAZETE/DERGİ: Birgün
Bahçıvan, karısı ve ilaç şirketleri
Orijinal Adı: The Constant Gardener Yönetmen: Fernando Meirelles Oyuncular: Ralph Fiennes, Rachel Weisz, Danny Huston, Bill Nighy Türü: Gerilim – Dram Ülke: Almanya, İngiltere
Fernando Meirelles. John Le Carre’in ‘şirketleşen’ tıp mafyasına dair gerilim romanı ‘Bahçıvan’ın altından hakkıyla kalkıyor. Rachel Weisz, filmdeki rolü ile Oscar almıştı.
Batı’nın yoksul ülkelere dayatmaya çalıştığı şeylerden biri de telif ya da patent haklarının kutsal olduğu inancı. Hem sınıflar hem de uluslar arasında gelir uçurumları varken herkesin aynı ürüne aynı fiyatı ödemesi gerektiğinde ısrarlılar. Bunu da yaratıcıların haklarını koruma kılıfı altında pazarlıyorlar. Aslında onlar için kutsal olan tek bir şey var, o da şirket kârları. Zurnanın en kulak tırmalayan biçimde zırt dediği yer ise sağlık alanı. İlaç firmaları yoksul Afrikalının ya da Türkiyelinin de fahiş fiyatlarla kendi ilaçlarını almasını ve ucuz yerli “korsan” üretimin engellenmesini istiyor (filmin basın gösteriminin yapıldığı Çarşamba günü Radikal gazetesinde ilaç bulamadığı veya alacak gücü olmadığı için ölen ya da ölümün nefesini ensesinde hisseden insanlarımızla ilgili bir haber vardı). Pratikte büyük ilaç şirketlerinin yaptıklarının tercümesi “Alım gücü olmayan ölsün” demek. Peki bunun adı da korsanlık değil mi? Şirket kârlarını insan hayatının üzerinde görmek, insanı hiçe saymak daha da kötü terimleri hakediyor aslında. Korsanlığın romantik bir imajı var ne de olsa.
“Arka Bahçe” ilaç fiyatları konusuna aslında şöyle bir değiniyor ve daha çok ilaç araştırma/geliştirme safhasındaki pislikleri ele alıyor. Bu aşamadaki kötülük de korkunç boyutlarda. İngiliz emperyalizmi, yeni geliştirilen ilaçları deneme safhasında Afrikalıları kobay olarak kullanıyor.
Filmin iki boyutu var denilebilir. İngiliz diplomat Justin Quayle (Ralph ri- Fiennes) ile eşi Tessa (Rachel Weisz) geçen hafta gösterime giren “Sil Baştan”ın çiftine benziyorlar. Erkek içe dönük ve sakinken kadın lafını esirgemeyen ve fevri bir karakter. Ama önemli bir farkları var: Kendilerini çevreleyen dünya ile yoğun bir etkileşim içindeler. Film Tessa’nın ölümüyle başlıyor.
Justin karısının ölümünün ardında yatan gerçekleri araştırırken, karısının kendisini aldatıp aldatmadığını da öğrenmeye çalışıyor. Ama öğrendiği şeylerin en önemlisi karısının sadakatine ilişkin olanlar değil, ilaç firmalarının Afrika’daki iğrenç projeleri hakkında oluyor.
Bir ilaç şirketi zararlı yan etkileri olduğu bilinen bir verem ilacını AIDS’li hastalara uyguluyor. Zaten ölecekleri varsayımıyla bu hastaların hakları hiçe sayılıyor ve kayıtları kamu belgelerinden siliniyor. İşin içinde Kenya’nın yöneticileri de, İngiliz diplomatlar da var. Justin, karısının bu karanlık işleri aydınlatmaya çalıştığını ve kendisine zarar vermemek için çalışmalarını gizli tuttuğunu da fark ediyor.
John Le Carre’nin romanından sinemaya uyarlanan filmi Tanrı Kent’ten tanıdığımız Fernando Meirelles yönetmiş. Meirelles son zamanlarda giderek popülerleşen çizgisel olmayan bir kurguyu yeğlemiş. Bu tarz kurgunun belli bir cazibesi var fakat dramatik etkiyi zayıflattığı da rahatlıkla söylenebilir. Meirelles, Avrupa’nın donukluğuyla Afrika’nın enerjisini de kontrast renklerle vermiş. Oyuncularının başarısına ve etkileyici konusuna rağmen “Arka Bahçe” temposunu zaman zaman yitiren bir film. Filmin senaryosunda da bazı kusurlar var. Karakterler, oyuncularının başarısına rağmen çok fazla anlaşılamıyorlar. Justin’le Tessa’nın
tanışmalarıyla, yatağa girmeleri ve evlenip Afrika’ya gitmeleri göz açıp kapanıncaya kadar gerçekleşiyor ve bu süreç bir inandırıcılık sorunu taşıyor. Ayrıca Afrikalılar filmde hemen hemen neredeyse tümüyle figüran konumunda kalıyorlar. Yönetmenin kalbi belli ki onlarla birlikte ama bu yabancılığını aşmasına yetmiyor.
Yine de “Arka Bahçe” son haftalarda izlediğimiz en önemli filmlerden biri. Emperyalizmin Afrika’ya yaptıklarını hem İstanbul Film Festivali’nde hem de NTV’de gösterilen “Darwin’in Kâbusu” adlı filmde de izlemiştik. “Arka Bahçe” bu tabloya yeni bir katkıda bulunan, seyredilmesi gereken bir film. Filmin orijinal adındaki ‘bahçıvan’ sözcüğünün ise Justin’in bahçecilik hobisine bir gönderme olduğunu belirtelim.