GAZETE/DERGİ: Birgün
Zefir
Aslında birden fazla kopuştan söz ediyor ‘Zefir’. Kayıp ve kopuş teması, insan – insan, insan – hayvan ve hayvan – hayvan arasında tekrarlanarak filmin bütününe yayılıyor…
Abu Dabi Film Festivali’nde Netpac jürisinin Zefir’e verdiği birincilik ödülünün gerekçesi şöyle ifade edilmişti: “Bir kopuş ve büyüme öyküsünü son derece duyarlı ve kontrollü bir biçimde ve çarpıcı bir sinematografiyle anlatması nedeniyle Zefir en iyi film ödülüne layık görülmüştür”. Aslında birden fazla kopuştan söz ediyor ‘Zefir’. Film anneler ve kızlarının o son derece zor sevgi-nefret ilişkisine odaklanıyor ve hemen hemen hiçbir zaman kavramsal bütünlüğünden uzaklaşmıyor.
Adını filme veren 11 yaşındaki kız çocuğu Zefir annesinden kopuyor filmin ana damarındaki öyküde. Zefir’in annesi de sadece kızından değil, kendi anne ve babasından da kopuyor. Hayvanlar aleminde ise bir buzağı annesini kaybediyor. Keza kaybolan ineğin sahibi kadın da öz kızını kaybetmiş gibi bir yasa bürünüyor ve “kara kızım” diye hitap ettiği ineğine ağıtlar yakıyor. Böylelikle kayıp ve kopuş teması, insan – insan, insan – hayvan ve hayvan – hayvan arasında tekrarlanarak filmin bütününe yayılıyor. Kayıp duygusunu, Kazım Koyuncu’yu hatırlayarak da yaşıyoruz filmde. Fakat bunca kayıp melankoliye kapı açmıyor. ‘Zefir’ bize cevaplar vermekten çok sorular sordurtmak istiyor. Film, annenin siyasi olmaktan çok sosyal bir sorumluluk duygusuyla kızını terk ettiğini hissettiriyor.
ZEFİR’İN DERDİ ANNESİNE KAVUŞMAK
Yukardaki cümleler Abu Dabi Festivali ile ilgili yazımın biraz rötuşlu hali. Konuyu özetlemek gerekirse: Karadeniz’de bir yaylada geçiyor film. Ergenliğe geçiş yaşındaki Zefir yaz tatili için anneannesi ve dedesinin yanına gelmiş. Onunla ilgilenen bir köylü oğlan var ama Zefir çocuğa ilgisiz. Onun asıl derdi uzun zamandır görmediği annesine kavuşmak.
Kâbuslarında annesinin ilgisinin yeni doğurduğu çocuğa yöneldiğini, bu çocuğun bir tür canavar olduğunu görüyor. Annesini kaybetmekten korkan Zefir’in babası ile ilgili ise bir şey bilmiyoruz. Sadece fiilen kızının hayatında yer almadığını biliyoruz. Ölmüş mü yoksa ailesini terk mi etmiş belli değil. Annenin çıkagelişi enteresan. Önce bir çift askeri olabilecek bot, ardından da bir avcı/asker pantolonunun paçalarını görüyoruz. Gelenin bir kadın olduğunu işaret eden hiçbir simge yok. Tam tersine erkeklik sembolleri ile dolu bir kadın Zefir’in annesi. Gelişinin geçici bir geliş, amacının veda etmek olduğunu anlıyoruz sonradan. Hem anne -babasıyla, hem de kızı Zefir’le bağlarını koparmaya gelmiş genç kadın. O, bir militan ama kelimenin çağrıştırdığı anlamda politik bir militan değil. Dünyayı kurtarma hedefine kilitlenip, kendi ailesini, çocuklarını ihmal eden solcu militan tipine aşinayız. Ama ‘Zefir’de karşımıza çıktığı şekliyle politik değil, sosyal bir davanın, bir parti ya da sol örgüt değil, bir sivil toplum kuruluşunun militanına aşina değiliz. Dolayısıyla Zefir’in annesi, erkeksi sertliği ve apolitik militanlığıyla sanki hem iki cinsiyeti, hem de iki farklı dönemin insan tipini bünyesinde bütünleştiriyor. Annesinin kendisini terk edecek oluşuna, zaten fiilen anne -babasız büyümekte olan Zefir şiddetle direniyor.
Zefir, kahramanın yolculuğuna kadın açısından bakan, rüya mantığıyla işlenmiş, şaşırtıcı bir film. Birçok uluslararası ödülüne en son İstanbul Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü de eklemiş olduğunu belirteyim.