Tarih: Şubat 1999
Gazete/Dergi: Roll
Çeviri
Yıl 1966, aylardan nisan. “Blonde On Blonde” piyasaya çıktı çıkacak. Dylan’ın asabi zamanları. İsveçli radyo programcısı Klas Burling Dylan’la ”Blonde On Blonde”a ilişkin röportaj yapmaya çalışıyor. Ama dediğimiz gibi, Dylan’nın asabi zamanları. “Sad Eyed Lady of the Lowlands”in kaydını dinlettikten sonra Burling’e soruyor: “Nasıl buldun?” Devamını Burling anlatıyor: “Cevabım ‘uzun’ oldu… Ve iki dost olarak ayrılmadık… Hayatımın en kötü röportajıydı.” Dylan’ın, 1966’da Manchester’da verdiği konserin, geçenlerde “The Royal Albert Hall Concert adıyla yayınlanmasını vesile yaparak bu “tarihi” söyleşiye bağlanıyoruz
Ben İsveçliyim
Sizi Stockholm’de görmek ne hoş Dylan… Şimdi burada olduğunuza göre bize biraz kendinizden ve sarkılarınızdan söz edebilir misiniz? Protest şarkı türü sizce nasıl bir şey?
Bob Dylan: Hmm… ee… Hay Allah…Hayır, burada oturup bunu yapmayacağım. Bütün gece
ayaktaydım, biraz hap attım, kötü yemekler yedim, yanlış şeyler okudum, 160 km hızla giden arabalarla dolaştım ve şimdi de oturup burada protest bir şarkıcı olarak kendimden ya da benzeri bir şeyden söz etmeyelim istersen.
Çok ünlenen ilk şarkılarınız, örneğin ”The Times They Are A-Changin” protest şarkılardı, değil mi?
Aman tanrım, kaç yıl önceydi o?
Bir yıl önce.
Ah, evet, tabli, yeni, düşünsene, bir yıl önce… Gıcıklık olsun diye değil, ama buna müsaade edersem, yalancı ya da aptalın teki olurum. Yani, sen bir yıl geriden geliyorsan, kusura bakma, yapabileceğim bir şey yok.
Hayır, ama o zamanlar stiliniz öyleydi. Sonra “Subterranean Homesick Blues”la elektrikli gitara geçtiniz. Özel bir nedeni var mıydı?
Hayır.
Hayır mı?
Hayır.
Kendinizi nasıl tanımlarsınız? Şair? Şarkıcı? Ya da önce şiir yazıp sonra onları besteliyor musunuz?
Hayır, bilmiyorum. Çok aptalca. Bu soruları bir marangoza sormazdın, değil mi? Ya da bir sıhhi tesisatçıya?
Aynı derecede ilginç olmazlardı, değil mi?
Bence olurdu, yani, benim ilgimi çekerdi; seninkini de çekmeli.
Disc jockey olarak, en azından, pek çekmiyor.
Mozart’la bir gün karşılaşsan ve sorduğun bu soruları ona sorsan, sana ne derdi sence? Ona nasıl sorular sorardın? Bay Mozart, eee, söyler misiniz…
Her şeyden önce, onunla röportaj yapmazdım.
O zaman nasıl oluyor da benimle yapıyorsun?
Bir defa, albümleriniz ilgimi çekiyor, aynı şey İsveç halkı için de geçerli.
Valla, İsveç halkı, İsveçli dinleyiciler falan benim de ilgimi çekiyor, ama eminim onlar bu salakça şeyleri öğrenmek istemiyorlardır.
Bakın, sizin hakkınızda gazetelerde bir sürü salakça şey okudular, siz şimdi gereken düzeltmeleri yapabilirsiniz.
Düzeltme yapamam, düzeltilmeye de ihtiyaçları olduğunu sanmıyorum. Zaten biliyorlardır doğrusunu. İsveçlileri tanımıyor musun? Onlara söylemek, anlatmak gerekmez. Bunu bilmen gerekirdi. İsveç halkına zaten ayan beyan ortada olan bir şeyi anlatmaya kalkmazsın. İsveç halkının zekâsı, bu tür şeylerin üstündedir.
Öyle mi düşünüyorsunuz?
Tabii, elbette.
Çok İsveçli tanıyor musunuz?
Epey İsveçli tanıyorum, zaten ben de İsveçliyim.
Ah, tabii, elbette.
Evim de çok uzakta değil, dostum.
O zaman bir şarkı dinlemeyi deneyelim mi?
Sen deneyebilirsin.
Evet. O zaman hangisini önerirsiniz?
Aman, sen seç işte, ne istersen. Görüyorsun, gıcık biri olmamak için elimden geleni yapıyorum. Her şeyin yolunda gitmesi için çaba sarfettiğimi görüyorsun umarım…
Ben de bu nedenle sizden bir şarkı önermenizi istemiştim. Kendiniz belirlemeniz için.
Kendim belirlemek istemiyorum.
Pekala.
Kendi başıma hiçbir şey yapmak istemiyorum. (Teypte kesinti)
Ne için, ya da neye karşı?
Ne için ya da neye karşı olduğunu biliyorsun, bunu sana söyleyecek değilim… Benim şarkılarım matematikseldir hep, bunun ne manaya geldiğini artık biliyorsun, yeniden anlatmama gerek yok. “Rainy Day Women” özelinde ise, bu şarkı özürlülerden ve Doğululardan oluşan bir azınlıktan ve onların dünyasından söz ediyor. Meksikalı bir tarzı var. Çok protest, çok çok protest, protest yıllarım boyunca protesto ettiğim en protest şeylerden biri.
Gerçekten buna inanıyor musunuz?
İnanmak mı?
Evet.
İnanmam gerekmiyor, biliyorum. Sana yazdığımı söylüyorum, bilmem gerekir.
O zaman neden bu başlık? Şarkıda hiç geçmiyor.
Çünkü sevdiğimiz şeyleri hiç söylemeyiz. Benim memleketimde buna günahkarlık denir, bu kelimeyi biliyor musun? Tanrıyla ilgili bir şey.
Şarkıyı dinleyelim mi?
Peki.
Amerika’da iyi satıyormuş. Ne hissediyorsunuz?
Dehşete düşüyorum, çünkü bu bir protest şarkı. İnsanlar protest şarkıları dinlememeli.
Bir sürü insan plağı alıyor ve radyoda dinliyor. Mesaj çok kişiye ulaşıyor.
Evet, mesajı alıyorlar, bundan memnunum. Bu aynı zamanda iyi de bir albümdü, değil mi?
Eğer parayı önemsemiyorsanız, bu kadar çok para kazanmak sizi nasıl etkiliyor?
Para kazanmaktan hoşlanıyorum.
Başlangıçta bir şeyiniz yoktu, ama şimdi çok şeye sahipsiniz. Paranızla ne yapıyorsunuz?
Hiçbir şey.
İlginizi çekmiyor mu?
Hayır, başkaları benim için ilgileniyor. Ben hep aynı şeyleri yapıyorum.
Önce melodiyi mi, yoksa sözleri mi yazıyorsunuz?
Hepsini birden yazıyorum, melodiyi ve sözleri.
Aynı anda mı?
Melodi pek de önemli değil aslında, kendiliğinden çıkar.
En başlangıçta, başkaları sizin şarkılarınızı plak yapıp başarılı olmuştu. Ne hissetmiştiniz?
Valla, pek bir şey hissetmedim. Mutlu oldum, ne diyeyim.
Birden meşhur olmaktan memnun musunuz?
Hmmm, evet, ama aslında bitti geçti bir bakıma. Artık ilgimi çekmiyor. 13, 14, 15 yaşlarımdayken meşhur bir yıldız olmak gibi şeyler ilgimi çekiyordu, ama 10 yaşımdan beri sahnelerdeyim. Yani 15 yıldan beri bu yaptıklarımı yapıyorum. Yaptığımı herkesten daha iyi yaptığımı biliyorum.
Bugünlerde ne yapmak isterdiniz?
Hiçbir şey.
Hiçbir şey mi?
Evet.
Seyahat etmekten, konser vermekten hoşlanıyor musunuz?
Evet, konser vermekten hoşlanıyorum, seyahat etmek pek umurumda değil ama.
Albüm yapmaktan peki?
Albüm yapmayı seviyorum.
Başlangıçta bir grubunuz yoktu, şimdi var.
Evet, başlangıçta da bir grubum vardı, ama şu nu anlaman lazım: Ben ABD’den geliyorum. Birleşik Devletler’in nasıl bir yer olduğunu bilmem biliyor musun? İngiltere’ye hiç benzemez. Benim yaşıtlarım, 25-26 yaşındakiler, rock’n’rollçalarak büyüdüler.
Siz de böyle mi yaptınız?
Evet, çünkü bu duyduğumuz tek müzik türüydü. Herkes yaptı, çünkü bütün duyduğumuz rock ‘n’roll, country and western ve rhythm and blues’du. Bir dönem ortalığı Frankie Avalon, Fabian ve benzerleri kapladı. Şimdi, bu kötü bir şey değil ama, örnek alacağın, yaptıklarını yapmak, sahip olduklarına sahip olmak isteyeceğin kimse de yoktu. Ama kimse o duyguyu yitirmedi ve sonra folk geldi. Bir süre ikame etti ama, folk bir ikameden başka bir şey değildi. Şimdi durum yine farklı, çünkü İngilizler piyasaya girdi ve İngilizler kendimizi bildik bileli yaptığımız müziği yaparak para kazanılabileceğini gösterdiler. Ve ayrıca şu da bir gerçektir ki, doğruyu söylüyorum, laf olsun torba dolsun diye değil, İngilizler rock’n’roll çalmayı beceremiyorlar.
Pekala, o zaman The Beatles hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ah, Beatles harika, ama onlar rock’n’roll’muyor.
Onlarla hem İngiltere’de, hem de ABD’de karşılaştınız, değil mi?
Evet, onları tanırım.
Sence rock’n’roll çalmıyorlar, öyle mi?
Hayır, onlar rock’n’roll calmıyor. Rock’n’roll sadece 4 vuruştur, 12-bar blues’un bir uzantısı. Ve rock’n’roll 17 yaşındaki beyaz gençlerin müziğidir, bundan ibarettir. Rock’n’roll seks yapmaya yönelik kandırıcı bir çabadır, bildiğin gibi.
Ama, o zaman kendi üslûbunu nasıl adlandırıyorsun?
Valla, benim gibi çalan ve söyleyen kimseye rastlamadım, yani bilmiyorum.
Sen bir isim koyamaz mıydın?
Matematiksel müzik.