TARİH:  15 Ocak 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün

Dikkat, filmin sonunu söyleyerek başlıyorum yazıya!
Bazı filmler bittikten sonra, yani jenerikten sonra da devam eder. ‘Benim Adım Aşk’ta da oyuncuların adları yazdıktan sonra bir plan geliyor perdeye. Simgesel anlamı  hayli yüksek bir plan bu. İki sevgiliyi bir mağarada görüyoruz. İnsanoğlunun ilk barınağını mağaralar oluşturdu. Bu mağaralarda birbirinden bağımsız, çekirdek aileler yaşamıyordu, elbette. Bir “sürü hayatı” vardı ve cinsel kurallar, tabular ve yasaklar yoktu. İnsan daha insan olmamıştı.
‘Benim Adım Aşk’ yalnız bir kadını anlatıyor. Orta sınıf bir Rus aileden gelen Emma, bir İtalyan burjuvayla, köklü bir sanayici ailenin oğluyla evlenmiş. Emma’nın yalnızlaşması, kimliksizleşmesi ve asosyalleşmesinin başlangıcı burada. Asıl ismi başkaymış Emma’nın, ama kocası ona bu adı vermiş. Rusluğu silinmiş genç kadının ama İtalyan da olamamış. Toplumunu yitirmiş bir birey, Emma. Evde bir davet varsa, Emma ortamı hazırladıktan sonra odasına çekiliyor, içine kapanıyor.
Emma’nın kayınpederi, iktidarını  oğluna ve torununa devretmeye hazırlanırken, yine Emma’nın kızının ve oğlunun sevgilileri ortaya çıkıyor. Emma’nın çekirdek ailesi yavaş yavaş küçülmeye başlıyor. Küçük kuşlar yuvadan uçacaklar yakında, belli ki. Emma’nın kocası Tancredi ise varla yok arasında bir adam. Aralarında bir ilişki kalmamış çiftin. Zaten zayıf sosyal bağları olan Emma, filmin sonundaki mağaraya doğru yolculuğuna, yani insani olarak daha geri, daha hayvani bir konuma sürüklenmeye bu sıralarda başlıyor.
Bol Oscar ödüllü ‘Amerikan Güzeli’nin (1999) erkek kahramanı Lester’i hatırlar mısınız? Hayatta son derece başarısız bir adam olan Lester’i Kevin Spacey canlandırıyordu. İşinde evinde zerre kadar saygınlığı olmayan, bir çocuk gibi karısının sürdüğü arabanın arka koltuğunda oturan, sosyal ilişkileri felaket bir adamdı Lester. Ve Lester aşık olduğunda, 16 yaşındaki kızının en yakın arkadaşına, çocuğu yaşında bir kıza aşık oluyordu. Sosyallik ne kadar zayıfsa, ensest eğilimi o kadar güçlüdür. Bu bana bir kural gibi gözüküyor. Lester’in, kızının en yakın kız arkadaşında bulduğu ise kızının bir ikamesinden başka bir şey değildi.
‘Benim Adım Aşk’ta da filmin kadın kahramanı Emma zaten zayıf olan sosyalliği daha da zayıflarken, oğlunun arkadaşı, aşçı Antonio’ya aşık oluveriyor. Emma’nın aşık olması, Antonio’nun yaptığı karidesli bir yemeği yerken başlıyor. Emma’nın heyecanı, Lester’in kızının arkadaşını gördüğü anda yaşadığı ana benziyor. İkisi de bir an için çevrelerinden kopuyorlar, bir ekstazi yaşıyorlar.
Filmde çok açık bir şey var: Emma kocasını aldatan ve bu nedenle kocasıyla arasında bir gerilim yaşayan bir kadın değil.  Emma’nın kocası Tancredi bu filmde neredeyse figüran. Emma’nın Antonio ile yaşadığı  ilişkiden dolayı gerginlik yaşadığı tek bir erkek var: Emma’nın oğlu Eduardo! Yani durum dışarıdan öyle gözükse de kocasını aldatan bir kadının hikâyesini seyretmiyoruz. Biz oğlunu, oğlunun bir ikamesiyle aldatan ya da oğluyla yasak olduğu için yaşayamadığı ensest ilişkiyi, oğlunun en yakın arkadaşıyla yaşayan bir kadının hikâyesini izliyoruz. Sosyalliği azaldıkça hayvanlaşan bir kadın görüyoruz. Emma’yla Antonio’nun sevişmesi tam da bu nedenle ‘doğa’ ile bütünleşme olarak yansıyor perdeye. Kelebekler, böcekler, çiçekler, vızıldayan arılar ve doğanın kaosunu yansıtan bir müzik! John Adams’ın müziği ve bu sahneler tabii ki başka bir filmi, Lars von Trier’in ‘Deccal’ini de akla getiriyor. Kaos Hüküm Sürüyor!
Emma’ya hesap soran ve Emma’nın kendini hesap vermekle yükümlü gördüğü tek kişi, oğlu Eduardo’yu kaybedince yani hesap vereceği kimse kalmayınca, toplumla bağını tümden yitiriyor. Ve yazının başında sözünü ettiğim ama filmin sonunda yer alan mağaraya geliyoruz.
Emma boğucu İtalyan burjuva ailesinden kurtularak, özgürleşmiyor ne yazık ki… Emma yok oluyor, siliniyor. Toplumsal hayat dışında bir hayat yok insanoğluna! Ve, filmin adına bakıp aldanmayın, mağara insanının hayatında aşk da yok!
Emma’yı oynayan Tilda Swinton iyi bir oyun çıkarıyor. Film zaten tamamen onun üzerine kurulu. Adams’ın müzikleri bazen kulağa abartılı gelse de, işlevsel. Fakat filmin fazla gösterişçi bir yanı olduğunu ve kimi sahnelerinin ve diyaloglarının iyi yazılmadığını düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com