TARİH: 22 Ocak 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Gurbette yaşayan bir kadın kocasını kaybeder. Ağaç’ın konusunu tek ve kısa bir cümleyle özetlemem gerekse bunu yazardım herhalde. İşin garibi geçen haftanın filmi “Benim Adım Aşk”ın kahramanı Emma da gurbette yaşayan bir kadındı ve o film de Emma’nın oğlu Edo’yu kaybediş sürecini anlatıyordu. Emma oğlunu önce bir kadına, sonra bir erkeğe, sonra da ölüme kaptırıyordu. “Benim Adım Aşk”la “Deccal” arasında bir bağlantı kurmuştum, geçen haftaki yazımda. “Ağaç”la “Deccal” arasında da bir bağlantı var. İkisinde de Charlotte Gainsbourg başrolde ve ikisinde de yas tutan bir kadını oynuyor. Tabiat üç filmde de önemli, hatta neredeyse belirleyici bir rolde.
“Ağaç”ın yönetmeni Julie Bertucelli filmle ilgili verdiği bir demeçte gurbette, memleketinden uzakta yaşamayı yas tutma sürecine benzetmiş. Ağaç’ın Fransız/İngiliz kökenli kahramanı Dawn gurbette, kocası ve 4 çocuğuyla Avustralya’da yaşıyor. Dev bir incir ağacının hemen dibine kurmuşlar evlerini. Derken Dawn’ın kocası bir gün küçük kızıyla birlikte kamyonetiyle eve dönerken, kalp krizi geçirip ölüyor. Araç, evin hemen önündekidev incir ağacına çarparak duruyor. Dawn’ın 8 yaşındaki Simone babasının ölümüne şahit oluyor ama bu kadar sert bir gerçeği kabul edemiyor. Dawn ise bir süre ağır depresyon geçirdikten sonra, hayata dönmüş gibi gözüküyor. Zaman bütün yaraları sarar, iyileştirir derler ya… Yanılırlar. Zaman, çoğunlukla bu yaraları kansere dönüştürür. Dawn ve Simone eşin/babanın ölümüyle baş edemiyorlar. İçlerindeki bu yara büyüdükçe büyüyor, onlara nefes aldırmaz bir hal alıyor. Yaranın bu kanserli büyümesinin hem simgesi hem de kendini ifade biçimi bahçedeki devasa incir ağacı oluyor. Başlangıçta yalnızca Simone, daha sonra Dawn da incir ağacını ölen baba/eşle özdeşleştiriyorlar. Yani ağaçta yaşatıyorlar ölülerini. Dawn’ın yeni ilişkiye girebilmesi için geçmişle bağını koparması gerekiyor. Dawn bir ilişkiye giriyor ama geçmişinden, ölü eşinden kopamıyor. Dawn’ın sevgilisi sürece müdahale etmeye, ağacı kesmeye kalktığında ise, şiddetle karşılık görüyor ve ailenin dışına atılıyor. Dawn ve Simone sıkı sıkıya geçmişin anısına, yaslarına, yaralarına sahip çıkıyorlar. Burada hastalıklı bir tarzdan söz ediyorum, yanlış anlaşılmasın. Yoksa elbette geçmişi unutmak değil çözüm. Ama yarayı yara olarak tutmamak da gerekiyor ileriye adım atabilmek için. Çok zor bir şey bu. Ve her zaman gerçekleşebilen bir şey değil. İncir ağacı yani babanın anısı, acısı yaşamı zehir ediyor aileye ve artık sorun içinden çıkılamaz bir hale geldiğinde tanrısal diyebileceğim bir müdahale bu düğümü çözüyor. Doğal bir felaketi yine doğal bir felaket düzeltiyor, çivi çiviyi söküyor. Filmin bana en zayıf gelen yanı bu. Yani çözümün bir tür mucizeyle, kendiliğinden gelişi. Dawn’u radikal bir karar almaya zorlayan, evini oturulamaz hale getiren, incir ağacını kökünden söken ve dolayısıyla geçmişi geride bırakıp, taşınmak zorunda bırakan fırtına olmasaydı ne olacaktı? Bu soru hala kafamı kurcalıyor. “Ağaç”ı görmeye çalışın. Gainsbourg ve Simone’yi oynayan Morgana Davies çok iyiler.