TARİH: 29 Eylül 2018
GAZETE/DERGİ: Birgün
“Ay’da İlk İnsan” (Aİİ), büyük bütçeli bir Hollywood filminden beklenebilecek bayağılıkları yapmıyor. Yani Amerika’nın uzay yarışında “pis komünist” Sovyetler’i nasıl alt ettiğinin coşkulu bir kutlaması ya da heyecan dolu bir macera filmi olmaya çalışmıyor. Büyük bütçeli bir Hollywood filminden beklenebileceği üzere uzay yarışının ekonomik, politik derinliklerine de dalmıyor öte yandan. Ayda İlk İnsan, şaşırtıcı bir şey yapıyor: uzay yarışını arka planına alarak, Neil Armstrong’un yas sürecini, başlangıcından muhtemel bitişine kadar göstermeye çalışıyor. Aslında şaşırtıcı olan filmin yas sürecini anlatması değil, bir yas sürecinin 5 yıl önce yine bir uzay macerasında anlatılmış olması. Alfonso Cuaron’un uzay macerası Gravity de aynı şeyi yapmıştı! Kaybın bıraktığı boşlukla uzay boşluğu, yastaki kişinin iletişim kurmadaki zorluğuyla- isteksizliğiyle uzayın sessizliği, astronotun kendisini dışardan izole eden kıyafetler içinde oluşuyla, yastaki kişinin yalnızlaşma isteği birbirlerine çok iyi uyuyor.
Gravity’nin derdinin ne olduğu, bu yas sürecinin hikâyede belirleyici olduğu çok belliydi. Aİİ’nin aslında baştan sona bu yas sürecine dair olduğunu ise filmin sonunda anlıyoruz.
Önemli olan Ay’a ayak basması değil
Gravity’nin kahramanı Ryan Stone (Sandra Bullock) iki yaşındaki kızını bir kazada kaybetmiş ve bunun üzerine insanlarla ilişkisini minimuma indirmiş biriydi. Kendi içine dönüklüğüne ve sessizliğine en uygun ortamı ise uzayda bulmuştu. “Ay’da İlk İnsan”ın kahramanı Neil Armstrong (Ryan Gosling) dört yaşındaki kızını muhtemelen kanser nedeniyle kaybediyor. Armstrong Kore’de savaşmış bir gazi. Kızını kaybettiğinde de çok dışa dönük biri gibi durmuyor. Ama film, Neil’in kızını kaybedişi öncesine dair çok bilgi vermiyor. Neil’in kaybı deyip duruyorum, Neil’in bir karısı var ama film onun yas sürecini aynı derecede önemsemiyor.

Gravity’nin Ryan’ı, yasıyla baş edebilmek için nasıl sessizliğe ve yalnızlığa sığındıysa, Aİİ’nin Neil’i (Ryan adlı bir oyuncu tarafından canlandırılıyor tesadüfen) de kızı aklına geldiğinde kalabalıktan kaçan ve gözünü uzaya diken biri. Neil Armstrong’un aya ayak bastığını ve dünyaya geri döndüğünü biliyoruz, bunları söylemek filmin sürprizlerini açık etmek olmaz. Fakat film için asıl önemli olan Neil’in aya ayak basması değil! Film için asıl önemli olan astronotun sonunda kızının kaybını kabul edip yasını sonlandırması (kızının bileziğini uzay boşluğuna bırakmasıyla simgeleniyor) ve karısıyla yeniden iletişim kurabilecek oluşu! Belki de bu nedenle ne Armstrong’un aya ayak basışı, ne o meşhur “bir insan için küçük bir adım ama insanlık için devasa bir atılım” sözünü söyleyişi, ne de (Allaha şükür) Amerikan bayrağını aya dikişi o kadar vurgulanmıyor. Filmin yaklaşımına şapka çıkarıyorum ama bu yaklaşımın hayata geçirilişi o kadar başarılı değil. Ne Neil’in bütün sürecini yasının belirlediğini filmin finaline kadar anlıyoruz, ne de diğer yan karakterler ete kemiğe bürünüyor. Sallanan kamera da bir süre sonra yoruyor. Fakat film seyre değer!