TARİH: 22 Aralık 2012
GAZETE/DERGİ: Birgün
Amerika denen şirket Andrew Dominik az ama öz film yapan Avustralyalı bir yönetmen. Bizde “Kasap” ve “Korkak Robert Ford’un Jesse James Suikasti” adlı filmleri gösterime girmişti. “Kibarca Öldürmek” yönetmenin 12 yılda yaptığı üçüncü film. Fakat Dominik’in yavaş çalışması karşılığını buluyor ve filmleri çok sayıda ödül kazanıyor. “Kibarca öldürmek” de Cannes’da Altın Palmiye için yarışmıştı bu yıl. Film 2008 yılında ABD seçim kampanyası ve mali krizi sırasında geçiyor. Bu durum bize radyo ve tv yayınları aracılığıyla duyuruluyor sık sık. Obama’nın o kulağa çok hoş gelen ama içi boş laflarını işitiyoruz. Obama’nın ilk icraatı krizde batan bankaları halkın parasıyla kurtarmak ve halka kemer sıktırmak olmuştu. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve politik ortamın seyirciye duyurulmasının bir sebebi var: Dominik filmde anlattığı suç dünyasının ilişkileriyle ülkede olan biten arasında paralellikler kuruyor. Ama tikel ile genel arasında ilişki kurmayı “Tepenin Ardı”nın yaptığı gibi örtük ve organik bir şekilde değil kör gözüm parmağına ve eklektik bir şekilde yapıyor. Mesajın kabak gibi ortada olması seyirci için bir kolaylık ama bir yandan da filmi sınırlayan, seyircinin düşünmesine nokta koyan bir şey. Bir de hikâyenin kendisinin içinden en fazla iş dünyası ile suç dünyası arasındaki paralellikler çıkar. Buradan ülkenin genel politikasına sıçramak epey bir miktar zorlamayı ya da filmin yaptığı gibi sloganlaştırmayı gerektiriyor. “Tepenin Ardı”nın bazılarınca çok eleştirilen marşımsı final müziği , “Kibarca Öldürmek”in final cümlesi yanında yine de çok soyut duruyor. Ayrıca “Tepenin Ardı”nın hikâyesinin çatısı zaten yeterince genelle (politik durumla) örtüşüyor, eklektik durmuyor.
FİLMİN HİKÂYESİNE BİR BAKALIM Filmin anlattığı suç hikâyesi ise şöyle: Bir kumarhane işletmecisi (Ray Liotta) bir gün adam tutup kendi kumarhanesini soydurtur, kumar oynayanların paralarını gasp ettirir. Gerçek suçlu ortaya çıkmaz ve kumarhaneci işine devam eder, çaldığı paralat yanına kar kalır. Fakat çoğu suçlu gibi suçuyla övünmek ister bir yandan da. Aradan yıllar geçtikten ve müşteri profili değiştikten sonra kumarhaneci çenesini tutamaz ve yeni nesil kumarbazlara suçunu itiraf eder. Gülüp geçilir bu itirafa. Ama geçmişte kalan bu tek hata ve o hatanın zararsız gibi görünen itirafı, gelecekteki dehşetin temelini atar. İşte bu soygun hikâyesini bilen bir kuru temizlemeci, bu kumarbazın kumarhanesini soydurtursam yine adam kendisi yaptı sanılır, ben de yakalanmam, diye düşünür. İki amatöre işi verir. Amatörler işi hallederler. İşte bundan sonra devreye kiralık katil Cogan (Brad Pitt) girer. Cogan hem gerçek suçluları bulmak, hem de onların cezasını kesmek için kiralanmıştır. Soyulan kumarbazları temsil eden şirketin, tam memur kılıklı bir avukatı (Richard Jenkins) vardır. Cogan’la görüşmeleri bu avukat sürdürür. Avukat en pis işleri rahatlıkla konuşur ama bir miktar sigara dumanı karşısında midesi bulanır. Tipik, beyaz, modern, iş dünyası insanıdır yani. Cogan da geyet rasyonel bir katildir. Yakından öldürmeyi, tanıdığı insanları öldürmeyi, onları yalvarırken, korkudan altlarına kaçırırken görmeyi sevmez. Tıpkı Obama Amerikasının “drone” denilen insansız savaş uçakları ile öldürmeyi sevmesi gibi. Coagan, tanıdığı birini öldürmesi için bir başka kiralık katili (James Gandolfini) görevlendirir ama adamın yeteneklerini yitirdiği ortaya çıkar. İşte Dominik’in anlattığı ve bir gemi gibidir memleket tadında, “bir iştir/şirkettir (business) Amerika, memleket değil”, sloganıyla biten hikâye böyle bir şey. Seyretmeli mi? Valla bence iyi edersiniz, Dominik’in sineması seyri zevkli bir sinema. Ben oyunculukları da beğendim, özellikle iki amatör soyguncuya bayıldım. Ayrıca Amerikan liberalleri Obama’ya ayılır bayılırlar. Obama’yı doğrudan hedefine koyan bir film, Amerikan kapitalizmini suç dünyasıyla özdeşleştiren bir film az bulunur bir nimettir. Fakat filmin başka ciddi sorunları da var fazla açık bir mesaj vermesinin dışında. Mesela Gandolfini’nin oynadığı kiralık katilin iç dünyasını ortaya koyan upuzun diyaloglarının kendi içinde bir enteresanlığı var ama konuyla doğrudan bir alakası yok. Ben bütün kusurlarına rağmen filmi seyrettiğime memnunum ama garanti veremem.