TARİH: 24 Ekim 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün
Sonuç olarak genel kabul gören ödülleriyle ve ileriye doğru atılan adımlarıyla pozitif, film seçimlerindeki yanlışlar ve organizasyon sorunlarıyla negatif bir tablo çizdi yeni Portakal…
Adana valisinin de dediği gibi bir Altın Portakal festivalini daha idrak ettik. Bir festivali idrak etmek ne demekse artık. Yazarlarımızın çoğuyla çeliştiğim noktalar var festivalin yeni hali konusunda. Festivalin şehrin uzak köşelerindeki sinemalarda da faaliyete geçmesi Antalya halkı için olumlu bir gelişme, bunda hemfikirim. Fazla gösterişli yanlarının törpülenmesi, halkın portakalı adlı kısa film çalışmalarının yapılması da olumlu gelişmeler. Bunlar ve benzeri iyi niyetli girişimler hak ettikleri övgüyü aldıkları için ben de biraz sorunlardan söz edeyim. Mesela, festival daha sol bir içerik kazandı mı? Bence değil. Öyle olsaydı Tayfun Pirselimoğlu’nun ‘Pus’u elenmez ve yarışmada yerini alırdı. Pirselimoğlu, Yılmaz Güney’in ele aldığı temaları yani yoksulluk ve yoksunluğu ısrarla işleyen en önemli yönetmenlerimizden biri. Filmlerinin seyri seyirciyi zorluyor ama o filmlerin bıraktığı iz de uzun süre insanın üzerinden silinmiyor. Pirselimoğlu’nun ‘Rıza’sı daha önce Antalya’da yarışmıştı ama ‘Pus’ bu yıl yarışmada yoktu. ‘Pus’un yarışmaya seçilen bazı filmlerden çok daha iyi olduğu film eleştirmeni arkadaşlarımın ortak kanısıydı.
FİLM SEÇİMİNDE KISTAS NE?
Abdullah Oğuz’un ‘Sıcak’ının uluslararası yarışmada yer alan iki Türk filminden biri olmasına (diğeri kendini kanıtlamış olan “11’e 10 Kala”) ne demeli? Sinema dergisinin Ocak 2009 sayısında eleştirmenlerin ‘Sıcak’a verdiği oyun ortalaması 5 üzerinden 1,61! Yani, 10 üzerinden 3,22. Derginin o ay değerlendirdiği 10’u Türkiye yapımı toplam 23 film içinde 21. sırada. Kendisinden daha kötü ortalaması olan sadece iki film var. Altyazı (yine Ocak sayısı) dergisinin yıldızlarında ise durum daha da vahim. Sıcak 4 üzerinden 0,90 puan almış. Onluk sistemde bu puan 2,25’e tekabül ediyor. Yirmi beş filmlik (13’ü Türk filmi) listede sondan üçüncülüğü ‘Son Cellat’la paylaşmış. Yani sırf ocak ayı içinde bile ‘Sıcak’tan daha çok beğenilmiş 8-10 Türk filmi var. Hiç beğenilmemiş bu film hangi kıstasla uluslararası yarışmaya seçildi? Sinema eleştirmenlerinin verdiği oy kıstas sayılmayabilir; peki o zaman şunu sormalı: ‘Sıcak’ ulusal ve uluslararası yarışmalarda çok dikkat çekti de biz mi fark etmedik? Yoksa belirleyici olan sanatsal kıstaslar dışında başka şeyler mi?
Bir başka soru: Festivalde dağıtılması veya satılması planlanan kitaplara ne oldu? Bu kitaplardan birine ben de katkıda bulunmuştum, fakat festival geldi geçti kitaplardan hâlâ haber yok! Daha piyasaya çıkmadan işlevsizleştiler. Sinemaların uzak mekânlara taşınması olumluluk yanında bir de olumsuzluk getirdi, o da izlenebilecek film sayısını otomatik olarak azalttı. Çünkü fiziksel olarak bir sinemadan diğerine yetişmek imkânsıza yakındı. Bir ön jüri üyesinin (Can Anamur) aynı zamanda yarışmadaki bir filmin (Kıskanmak) ekibinde oluşu da affedilir bir durum değil. Vecdi Sayar’ın o kişinin filmin gösteriminden sonra sahneye çıkmaması gerektiğini söylediğini Radikal gazetesinde okudum. Eğer Sayar, gerçekten bunu demişse, sorunun sahneye çıkmak ya da çıkmamakla çözülmeyeceğini, sorunun yarışmada filmi olan birinin, ön jüriye alınmış olması olduğunu söylemem lazım. Katalogun devasalığından, broşürün bilgi eksikliklerine, çeviri ve altyazılara kadar daha birçok aksaklık sayabilirim ama lafı uzatmaya gerek yok. Kıssadan hisse: Her iktidar değişikliği sonrasında sil baştan yapmanın manası yok, tecrübeli insanlardan yararlanmak ve belediyelerden bağımsız bir şekilde kurumsallaşmak gerekiyor. Gelecekte diyelim belediyeyi AKP ve CHP dışında bir parti kazanırsa, Altın Portakal yepyeni ekiplerle mi çalışacak? Öyle olursa seyreyleyelim gümbürtüyü.
‘BORNOVA, BORNOVA’ BENİM DE FAVORİMDİ
Esasa, yani belli başlı ödülleri kazanan üç filme gelelim. ‘Bornova, Bornova’nın birinciliği, diğer çoğu ödül gibi genel kabul gördü. İnan Temelkuran adı gibi inanan ve inandıran bir yönetmen. ‘Bornova, Bornova’ 12 Eylül sonrası gençliğinden bir kesitin hikâyesini genelde çok iyi anlatmış. Taksicilik yapmak için otomobil sahiplerinin ağız kokusunu çeken, felsefe okuduğu halde porno fanteziler yazarak hayatını kazanan, solcu ailesinin yaşadığı travmayı anti-sosyal bir kimlik edinerek devralan ve zengin çocuklarla yatarak sınıf atlama umudunu yaşatan gençler bunlar. Film, işsizliği ve boşluk duygusunu duyumsatıyor, kahramanların çıkmazını çok iyi hissettiriyor. Fakat finale doğru, olayların akışı bana çok hızlı, alınan virajlar çok keskin geldi. Güpegündüz sokakta işlenen bir cinayetin tanığı olmaması, genç kızın nerdeyse saf kötülük sembolüne dönüşmesi, felsefeci/pornocunun şantaj yapması… bilemiyorum bana biraz aşırı geldi açıkçası. Bir de perdede pencereler açılması, ağır çekim gibi üslup denemelerinin filmin atmosferine olumsuz etki ettiğini düşünüyorum. Bununla beraber, ‘Bornova, Bornova’ benim de favorimdi ve aldığı ödülleri hak etmişti. En iyi erkek oyuncu ödülünü alan Onur Erkan da çok iyiydi.
‘KOSMOS’ DA ALDIĞI ÖDÜLÜ HAKETTİ
Reha Erdem’in ‘Kosmos’u daha tartışmalı bir film oldu. Filmden hoşlanmayan çok insana rastladım. Ben, Reha Erdem’in yaptıklarını yapabilecek çok az yönetmen olduğunu düşünüyorum dünyada. Muhteşem bir görselliği ve muhteşem bir ses tasarımı var filmin. Baştan sona kendisini izlettiriyor da. Fakat filmin postmodern denilebilecek yapısını, ‘new age’e yakın duran felsefesini kendime yakın hissetmiyorum. Karamazov Kardeşler’den, Erdem’in filmi ‘Korkuyorum Anne’ye kadar metinlerarası bir gezinmeye, kolaj denilebilecek bir yapıya sahip film. Baş karakter olan Battal/Kosmos şaman özellikleri taşıyan hayvan/insan/ruh arası biri. Hem sosyal, hem anti-sosyal: İnsanları iyileştirebiliyor ama paralarını çalıyor. Hem ruhani hem şehvani: Kendini ışınlayabiliyor, kutsal kitaplardan alıntılar yapıyor ve kısa zamanda üç kadınla cinsellik yaşıyor. Hiçbir yerde kök salmıyor, çalışmıyor, derin bağlar kurmuyor. Zaten bulunduğu her yerden kaçmak zorunda kalıyor. Talancı bir göçebe de denilebilir ona. Ben bu yaratıkla ne yapacağımı bilemiyorum. Modern dünyaya, emeğin alınıp satılan bir metaya dönüşmesine, militarizme ve sınırlara başkaldırıyı anlıyorum ama şamanizme dönüş bana anlamlı gelmiyor. Ama başta da dediğim gibi filmin muhteşem denilebilecek özellikleri var. Doğal seslerle, fondaki müziğin öylesine olağanüstü bir biraraya getirilişi var ki, Erdem’e besteci desek yeridir. Dolayısıyla ‘Kosmos’un aldığı ödüllere de itirazım yok.
‘KISKANMAK’ HAYAL KIRIKLIĞI YARATTI
Zeki Demirkubuz’un ‘Kıskanmak’ı çoğu kişide bir hayal kırıklığı yarattı. Sanki film bitmemişti ve izlediğimizin, ilerde seyredeceğimiz filmin taslağı olduğu hissine kapıldım. Kötü değildi ama eksikti. Eksikliğin nedeni, Demirkubuz’un film sonrasında söyledikleriyle, benim için açıklığa kavuştu az çok. Demirkubuz, insan duygularının nedensiz olabileceğini ve kitaptaki psikanalitik açıklamaları çıkardığını söyledi. Eğer söylemek istediği insanın rasyonel/akılcı bir varlık olmadığı ise buna ne benim ne de psikanalizin bir itirazı yok. Yani kıskançlığın makûl bir nedeni olması gerekmiyor. Gayet akıldışı bir nedeni, neden de demeyelim işleyiş mekanizması olabilir. Ama bu işleyiş mekanizmasını, mantıksız ve akıldışı olanın mantığını göstermek lazım. Yoksa anlatacak pek az şeyiniz kalır elinizde, ‘Kıskanmak’ta olduğu gibi. Nergis Öztürk zaten en iyi kadın oyuncu rolünde rakipsizdi ve ödülü de tartışmasız bir şekilde aldı. Filmin, bende acilen Örik’in kitabını okuma isteği yarattığını da belirteyim.
En iyi ilk film ödülünü alan ‘İki Dil Bir Bavul’u bu hafta gösterime girdiği için ayrıca ele alacağım. Sonuç olarak, genel kabul gören ödülleriyle ve ileriye doğru atılan adımlarıyla pozitif, film seçimlerindeki yanlışlar ve organizasyon sorunlarıyla negatif bir tablo çizdi yeni Altın Portakal. Gelecek senelerde bu sorunların giderileceğine inanıyoruz.