TARİH:  7 Kasım 2009
GAZETE/DERGİ: Birgün

Hindistan’ın en önemli film festivallerinden “Osian’s-Sinefan”da Uygar Asan’ın ‘Düğüm’ü ve Hakkı Kurtuluş ile Melik Saracoğlu’nun ‘Orada’ filmi yer aldı
24-30 Ekim tarihleri arasında Yeni Delhi’de 11. Osian’s Cinefan Film Festivali düzenlendi. Festival krizin etkilerinden dolayı geçen yıllara göre küçülmüştü. Bu duruma ve üstelik jüri üyeliği gibi bir konumum olmamasına rağmen yine de beni festivale davet etmeleri doğrusu büyük incelikti. Festivale gitmeden önce de bunun az çok farkındaydım ama gidince daha iyi anladım. Birgün ve şahsım adına doğrusu büyük onur duydum.
Cinefan 1999’da yalnızca Asya filmleri gösteren bir festival olarak kurulmuş. 2004’te Neville Tuli’nin kurduğu Osian’s adındaki sanat kurumu Cinefan’ı bünyesine katmış. Geçtiğimiz yıl film yönetmeni Mani Kaul’un başa geçmesiyle festival Asya filmleriyle sınırlı olan çerçevesini değiştirmiş ve dünyaya açılmış. Mani Kaul “bir filmi konsepte uyduğu için değil, iyi olduğu için festivale almak gerektiğini” düşündüm diyor. Fakat seçilen filmler sonuçta kendiliğinden bazı konseptler de oluşturmaya başlamış. Sosyalizmin çöküşünün etkileri, kapitalizmin insanları içine soktuğu acımasız materyalist ilişkiler gibi…

ECE AYHAN DÜĞÜMÜ
Festivalin tarihi de bu yıl temmuzdan ekime alındı. Değişmeyen şey ise yarışmalı bölümün yine Asya filmleriyle ve yönetmenlerin ilk üç filmiyle sınırlı oluşuydu. Türkiye bu festivalde de güçlü bir varlık gösterdi. Yarışma dışı gösterilen “Süt”, “Sonbahar” ve “Nokta”nın yanı sıra, on iki filmden oluşan uzun metrajlı film yarışmasında Türkiye’den iki film vardı: Uygar Asan’ın üçüncü filmi “Düğüm” ve Hakkı Kurtuluş ile Melik Saracoğlu’nun birlikte yönettikleri “Orada”. Kısa metrajlı film yarışmasında ise Pelin Aytemiz’in “Unutma” adlı filmi yer alıyordu.
Uygar Asan, üçüncü uzun metrajlı filmini çekmesine rağmen ülkesinde pek tanınmıyor. Asan hem kısıtlı olanaklarından hem de kişisel tercihlerinden dolayı filmlerini dijital çekiyor ve 35’e aktarmıyor. Bu da filmlerinin gösterim şansını son derece kısıtlıyor. Ama gösterimi kısıtlayan başka bir şey daha var: Asan’ın filmlerinin ticari şansı da çok az. Seyirciyi oldukça zorlayan, minimal, çok az diyaloglu, uzun plan-sekanslardan oluşan filmleri çok küçük bir kitleye hitap ediyor. Asan’ın da geniş kitlelere ulaşacağına dair boş hayalleri yok. Film ölmekte olan hasta bir babayla ki bu babayı hemen hemen hiç görmüyoruz, oğlunun hikâyesi. Psikanalitik temelleri olan bir öykü bu. Oğlun, babaya hizmet etmekle, babayı öldürmek arasındaki sıkışmışlığı, filmin temasını oluşturuyor diyebilirim. Babaya hizmet ederken onun daha da kötü bir kopyasına dönüşen ve sevgilisini kaybeden oğul nihayetinde kararını verip bu Gordiyon düğümünden çözerek değil keserek kurtuluyor. Ece Ayhan’ın şiirine aşina olmayanlar için de filmin bazı zorlukları var. Kahramanın Ayhan’la kurduğu bağı ancak Ayhan’ın şiirinin ruhuna derinden vakıf olanlar kurabilir herhalde. Oğul, Ece Ayhan’ın mezarını ziyaret ediyor, mezardan toprak alıyor ve denize serpiştiriyor. Filmde önemli yer tutan bu sahneler, çoğu seyirci için bir muamma olarak kaldı. Belki oğul, seçtiği babasının (Ece Ayhan’ın) ölümüyle yüzleşerek, gerçek babasının ölümüne hazırladı kendisini. Asan’ın kendi vizyonu doğrultusunda filmler yapmasına, kararlılığına ve inadına hayran olmamak mümkün değil. Ama keşke derdini biraz daha anlaşılır kılabilse ve seyircisini daha az zorlasa ve nihayetinde Asan’ın filmlerini keşke vizyonda görebilsek. Kısacası ben Uygar Asan’ın (dinlemez ama) gayet az ama öz diyaloglu sahnelerinden daha fazla görmek istiyorum. Bazılarımız işitmeden yeterince anlamıyor, ne yapalım.

BÜYÜK ÖDÜL SURİYE’YE GİTTİ
Yarışmadaki diğer Türk filmi olan “Orada” yönetmenleri Hakkı Kurtuluş ve Melik Saracoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmleri. Oldukça Ingmar Bergman tadı taşıyan bir aile dramı “Orada”. Kardeşler arsındaki kıskançlık temasıyla da Demirkubuz’un “Kıskanmak”ını da uzaktan hatırlatıyor. Bu kez karşımızda neredeyse tamamen dağılmış bir aile var. “Pandora’nın Kutusu”nda olduğu gibi annenin kaybolmasıyla (sonradan intihar ettiği netlik kazanıyor) birbirinden çoktan kopmuş biri erkek (Fransa’da yaşıyor), biri kadın iki kardeş İstanbul’da bir araya geliyorlar önce. Annenin cenazesinden sonra da, haber ulaştıramadıkları babalarını bulmaya Büyük Ada’ya gidiyorlar. Burada uzun bir gece boyunca o güne kadar biriktirilen öfkeler, kırgınlıklar ortaya dökülüyor. Bu bölüm çok etkileyici. Fakat filmin kastinginde sorunlar var. Dolunay Soysert rolünü iyi canlandıramamış. Onun oyunculuğunun önemli olduğu sahneler bu yüzden çok şey yitirmiş. Sinan Tuzcu da vasat bir oyunculuk sergilemiş. Filmde oldukça uzun ve ayrıntılı verilen ölü yıkama sahnesi yakınlarda vizyona giren Oscar ödüllü “Son Veda”yı akla getiriyor. Ama “Son Veda” ne kadar rahatsız edicilikten kaçınmışsa, “Orada” sanki o kadar rahatsız etmeyi amaçlamış. Ama bu amacın “katı bir gerçekçilik” dışında neyi hedeflediğini bilemedim. Yani ölü yıkamada bulunan kız kardeş bundan nasıl etkileniyor, göremedim. Keza adadaki papaz karakteri niçin vardı bilemedim. Ama “Orada” işlevsiz bir ailenin içindeki çatlakları, fay hatlarını ortaya koymada çok kayda değer bir iş. Kurtuluş ve Saracoğlu sinemamız için büyük bir kazanç. Bergman için hazırladıkları filmi heyecanla bekliyorum.
Festival’de ana jürinin verdiği büyük ödülü Suriyeli yönetmen Hatem Mohammed’in “Uzun Gece” adlı filmi kazandı. “Uzun Gece”nin yapısı “Orada”yı andırıyor. Bu kez bir anlamda kayıp olan, 20 yıldır hapiste bulunan üç babanın, üç politik tutuklunun serbest kalacağını haber alan aile üyelerinin, onu bekleyişleri ve bu sırada yaşadıkları hesaplaşmalar söz konusu. Suriye’nin politik tarihine aşina olmamak filmden bir şeyler yitirmemize neden oldu ama başarılı bir ilk filmdi “Uzun Gece”. Film politik niteliğinden dolayı yönetmenin ikinci filmi olan “Selena”dan sonra gün yüzü görebilmiş ve Taormina’da da en iyi film ödülünü almış.
En iyi erkek ve kadın oyuncu ödüller ise İranlı yönetmen Behnam Behzadi’nin (tam adı Behzadboroujeni) “Gömülmeden Önce” adlı filminin oyuncuları Ali Reza Aghakhani ve Negar Javaherian’a gitti. Bu kez de geçmişinde politik bir hapislik yaşamış olan bir kahraman vardı filmin odağında. Siamak, tıp fakültesinde öğrenciyken politik eylemlerde bulunmuş, hapse girdiği için okuldan atılmış ve daha sonra hayatı kaymış bir karakter. Yaşamını minibüs şoförlüğü yaparak kazanan Siamak, 40. doğumgünü yaklaşırken hayatını kaydıran insanlarla hesaplaşmak ve ardından intihar etmek kararını verir. Ama bir başka araçta çantasını unutmuş genç bir kadınla tanışacaktır. Bu tanışmanın Siamak’ın nihai kararını uygulamasını engelleyip engellemediği ise muğlak.
Bu yıl festivale davet edilen konuk sayısını sınırlamak için ilk kez FIPRESCI (uluslararası sinema yazarları federasyonu) ve NETPAC (Asya sinemasını tanıtım ağı) jürileri üç kişilik tek bir jüride birleştirilmişti. Bu jüri iki kurum adına ödül verdi ve iki filmi birden birinci seçti. Bunlar yine “Uzun Gece” ve festivalde başka birçok daha ödül alan Hintli yönetmen Paresh Kamdar’ın “Kargosh”u oldu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com