TARİH: 19 Şubat 2011
GAZETE/DERGİ: Birgün
Bir varmış, bir yokmuş… Birleşik Krallığın başındaki sert ve haşin kralın (V. George) iki oğlu varmış. Babası oğlanlardan büyük olan Edward’ı kayırır, kral olacağı için el üstünde tutarmış. Zavallı küçük prens Bertie ( VI. George) ise, zalim dadısının işkencelerinden çok çektiği için hep ağlar, bu yüzden de hep odasına gönderilir ve babasının olası ilgisinden mahrum kalırmış. Küçük prens bir de üstüne üstlük solakmış. Solaklık o zamanlar, kötü bir şey olarak görülür ve solak çocuklar sağ ellerini kullanmaya zorlanırlarmış. Küçük prens babasının, abisinin, dadısının, kısacası bütün saray ahalisinin baskısı karşısında konuşamaz olmuş. İçinden ya küfretmek ya da susmak geliyormuş. Konuştuğu zaman ise fena halde kekeliyormuş. Kimilerine göre ise bu kötü bir cadının yaptığı büyüden dolayıymış.
Prensin büyüyünce evlendiği eşi, büyüyse, büyüyü bozacak ya da hastalıksa, hastalığı tedavi edecek birini bulmuş sonunda. Avustralyalı, Lionel Logue adlı bir tiyatro oyuncusu, I. Dünya Savaşı’ndan ruhsal yaralarla dönen askerlerin bastırdıkları duygularını ifade etmelerine yardımcı olarak konuşma terapisi konusunda pey deneyim kazanmışmış . Şimdi de bu deneyiminden yararlanarak, sıradan hastaları iyileştiriyormuş. Tabii ki bir prens sıradan bir hasta değilmiş. Büyük prens Edward babasının ölümünün ardından kral olmuş ama Edward’ın bir krala yakışmayan davranışları varmış. Yeşilden, doğadan pek hoşlanmaz, içki içer ama en korkuncu evli kadınlarla zina yaparmış!
Bu kadar masal yeter. Zoraki Kral filmi bir masal değil ama bir masaldan daha incelikli de değil. Yukarda anlattıklarım, tabii ki daha gerçekçi bir tonda anlatılıyor ama sadece görece. Yoksa, Büyük Bunalım’ın ve II. Dünya Savaşı’nın eşiğindeki yıllar çok daha sert bir öykü çağırıyor. Ama kraliyetin, bu sertliğin ne kadar farkında olduğu da başka konu elbette. Sadece politik ortam değil filmde kaba çizgilerle geçiştirilen: Kekeme Kral George’un ruh hali de aynı şekilde temel öğeleriyle veriliyor.
Geçen haftanın Oscar adayı filmi “Dövüşçü” gibi, “Zoraki Kral” da başarılı olması beklenmemiş, abisinin gölgesinde kalmış, iddialı olmayı beceremeyen ve kendi sesini edinememiş küçük bir erkek kardeşin öyküsünü anlatıyor. Bu iki küçük erkek kardeş de kariyerlerinde gelebilecekleri en yüksek noktaya ulaşıyorlar. Biri kral oluyor, diğeri dünya şampiyonu. Kral olmak biraz koşulların getirdiği bir şey, şampiyon olmak ise bileğinin gücüyle elde ediliyor tamamıyla. Ama iki kahraman da kendi adlarına konuşmakta güçlük çekiyorlar. Hayatta aşılması en zor engeller arasında abinin, babanın gölgesinden çıkıp, kendin olabilmek de sayılmalı. Bu iki film bunu anlatıyor bize en çok…
Edward aşık olduğu kadın evli olduğu için krallıktan romantik bir şekilde feragat edince küçük prens Bertie, VI. George olarak tahta geçiyor. Edward’ın romantizmi iki açıdan dünyanın yararına oluyor. Birincisi, kraliyetin aptal, muhafazakâr kurallarına bir başkaldırı içerdiği için ama daha da önemlisi Edward ve sevgilisi Wallis Nazi sempatizanları oldukları için. Birleşik Krallığın başında bir Nazi sempatizanının olmaması dünya için çok hayırlı olmuş. Film bu durumdan da söz etmiyor. Kısacası karşımızda hafif ve geniş kitlelere hitap etmesi hesaplanmış bir film var. Oyunculukları da buna göre bu filmin. Ne Colin Firth ne de Geoffrey Rush aman aman bir performans sergilemiyorlar. Ama Firth’ün Oscar alacağı kesin, o başka. Bir kraliyet güzellemesine ne kadar ihtiyacımız olduğu da meşru bir soru olarak duruyor.