TARİH:  29 Aralık 2007

GAZETE/DERGİ: Birgün

Kerala’da halk yoksul ama festival programı çok zengin ve festivali izlemek de çok ucuz. 6 YTL gibi bir paraya bütün festivali, yani yüzlerce filmi izlemek mümkün. Festival programı ise herkesi tatmin edecek düzeyde. 

Hindistan’ın, güneybatıda Umman Denizi kayasında yer alan bir eyaleti Kerala. Hindistan eyalet sistemiyle yönetiliyor ve her eyaletin kendine özgü bir dili ve o dile özgü alfabesi de var. Kerala’nın dili Malayalam, alfabesi Malayalam alfabesi. Yani birkaç saat yol alıp komşu Ta mil Nadu eyaletine gitseniz sizi başla bir dil ve başka bir alfabe karşılıyor. 

Sadece bu da değil, siyasal kültür de değişiyor. Batı Bengal ile birlikte Komünist Parti’nin geleneksel olarak güçlü olduğu bir eyalet Kerala ve şu anda da komünistler iktidarda. Komünistleri beğenmeyenlerin bile teslim ettiği bir şey var Kerala yoksul bir eyalet olmasına karşın gelir dağılımı, eğitim, sağlık gibi konularda çok başarılı, çok ilerde, Sendikalar çok güçlü ve çokuluslu şirketler istedikleri gibi at oynatamıyorlar. Türkiye’de olduğu gibi ‘büyüme’ kavramının dokunulmazlığı yok. Coca-Cola’nın açtığı fabrika halkın su kaynaklarını tüketiyor diye kapatılabiliyor örneğin. Ama halkın yoksul olduğu da bir gerçek. Günlük asgari ücret 1,5 dolar. 

Halk yoksul ama festival programı çok zengin ve festivali izlemek de çok ucuz. Topu topu 6 YTL gibi bir paraya bütün festivali, yani yüzlerce filmi izlemek mümkün. Festival programı ise en zor beğenir sinefili bile tatmin edecek düzeyde. Dünya sinemasının son gözdeleri, Mungui’den, Sokhurov’a, Weerasethakul’dan, Sırrı Süreyya Önder’e herkes var. Almodovar retrospektifinden, Bergman, Antonioni Sembene ve Yang anısına filmlere kadar ustalara saygıda da kusur edilmiyor. 

Mutluluk’a özel ödül 

Hint, Balkan ve Karibik sineması özel bölümleri, öğrenci filmleri, belgeseller ve kısa filmler, seminerler de cabası. Bu listeyi daha da uzatmak mümkün. Seyirci de festivalin hakkını doğrusu veriyordu, Trivandrum kentinin salonları coşkulu bir kalabalıkça dolduruluyordu. Tabii asıl bizi ilgilendiren iki yarışmalı bölümdü. 

Yarışmalardan biri yerel Kerala sineması üzerineydi ve “Günümüz Malayalam Sineması’ adını taşıyordu. Bu bölümde 8 film yarıştı. Diğer yarışma ise sadece Asya, Latin Amerika ve Afrika filmlerinin yarıştığı uluslararası ana yarışmaydı. Bu bölümde de 14 film yarışıyordu. Fipresci jürisi olarak bizim görevimiz bu iki yarışmayı da izleyip birer birinci seçmekti, yani görevimiz pek hafif sayılmazdı. Uluslararası yarışmada Abdullah Oğuz’un “Mutluluk’u da yarıştı ve ana jürinin özel ödülünü kazandı. Mutluluk’un gösterimleri de çok başarılı geçti, salon tıklım tıklım doldu ve halk filmi çok beğendi. 

Cafer Panahi’nin başkanlığındaki Agnieszka Holland’ın da üyesi olduğu jüri en iyi film ödülünü İran filmi ‘10+4’ ile Arjantin filmi ‘XXY’ arasında paylaştırdı. 10+4 Kierostami’nin ‘10’un yıldızı tarafından çekilmiş aynı tarzda yapılmış, belgesel tadında bir filmdi. Filmin yönetmeni Mania Akbari kanserle mücadelesini filme alırken İran’ın da bugünkü durumuna dair şeyler söylüyordu. XXY ise Lucia Puenzo’nun ilk filmiydi ve çift cinsiyeli bir genç kızın ve ailesinin yaşadığı zorlukları anlatıyordu. 

Festivalin seyirci ödülü ise Çin filmi ‘Eve Yolculuk’ (Lou Ye Gui Gen) filminin oldu. Aynı film NETPAC (Asya Sinemasını Destekleme Ağı Merkezi) jürisince de en iyi film seçildi. Günümüz Malavalam Sineması bölümünün en iyi filmi ise hem NETPAC hem de FIPRESCI jurisince ‘İçimdeki Deniz’ (Ore Kadal) filminin oldu. FIPRESCI jürisi olarak en iyi film ödülünü ise Mozambik-Portekiz ortak yapımı ‘Uyurgezer Ülke’ye (Terra Sonambula) verdik. Bu ödüllü filmlere bir bağlam içinde bakmaya çalışacağım aşağıdaki yazıda.

Yoksulların evi yok 

Marksizm Kerala’da bir ideoloji olarak ayaktaydı ve aydınların bakış açısında kendisini gösteriyordu. Eyaletin Kültür Bakanı M. A. Baby festival katalogundaki yazsında Lenin’den alıntı yaparken, yarışmada yer alan yönetmenlerden birinin adı Lenin’di. Ama festival filmlerinin gösterdiği gerçekler Marksizim’in eşitlikçi ideallerinden farklıydı. Giderek artan bir biçimde neo-liberalizmin etkisi altına giren dünyada yoksulların artık bir evi yoktu. Kadınlar için durum daha da sıkıntılı gözüküyordu. 

FIPRESCI ödülünü kazanan Teresa Prata’nın Uyurgezer Ülke’sinin öyküsü Mozambik’in bitmek e bilmez gibi görünen iç savaş yıllarında geçiyor. Filmin bütün kahramanları güvenli bir yer bulmak ya da değer verdikleri insanlara kavuşmak amacıyla evlerini terk edip, yola düşüyorlar. Eski bir tren kondüktörü olan yaşlı Tauhir ile koruması altına aldığı küçük Muidinga korkunç geçmişlerinden ve vahşi çetelerden kaçarken sürekli aynı yere dönüp duruyorlar; hiçbir yere ulaşamıyorlar. Paralel bir öyküde Kindzu aşık olduğu Farida’nın oğlunu bulmak için yola düşüyor. Kindzu da, Farida da diğerleri gibi evlerini ve sevdiklerini şiddete kaybetmiş insanlar. Kindzu ve Tauhir hiçbir yere ve hedefe ulaşamadan ölürken, Farida ve Muidinga için küçük de olsa bir umut ışığı yanıyor. 

NETPAC jürisi ve seyirci ödülü alan Eve Yolculuk da bazı açılardan Uyurgezer Ülke’yi andıran bir yol filmi. Bu kez iki kahramanımızdan biri ölü; diğeri ise ölü arkadaşını gömülmek üzere memleketine götürmeye çalışıyor. Bunlar öldükten sonra bile patronları tarafından aldatılmaya ve sömürülmeye devam eden yoksul işçiler. Ölü arkadaşını köyüne ulaştırmayı başaran Zao, arkadaşının artık bir evi olmadığı gerçeğiyle karşılaşıyor. Büyük baraj projeleri sonucu arkadaşının köyü boşaltılmış ve köylüler başka yerlere taşınmaya zorlanmışlardır. 

Evsizliğin yeni halleriyle uğraşan filmler bunlarla sınırlı değildi. Gecekondu mahallelerinin ‘kentsel dönüşüme’, mutenalaştırmaya tabi tutuluşu anlaşılan bütün dünyada dolu dizgin sürüyor. Uluslararası ve yerel yarışmada yer alan iki film bu konuyu ele alıyordu: Kerala’dan ‘Teneke Trampet’ (Thakarachenda) ve Filipinler’den ‘Kiralık Tabut’. 

Kafalarının içi bile güvenli değil 

Bu zor dönemlerle cebelleşmede kadınlar daha da büyük zorluklarla karşılaşıyorlar. Ödüllü iki filmde kadınlar ruhsal dengelerini yitiriyorlardı. Uyurgezer Ülke’deki Farida tecavüze uğradıktan ve oğluyla bağını yitirdikten sonra tamamen kendini soyutlamış ve gerçekle bağlarını kaybetmiş bir halde yaşıyordu. Aynı filmdeki bir başka kadın, Kindzu’nun annesi de çetelerden korkusuyla aklını küçük çocuğunu tavuk kümesinde, tavuk kılığına sokarak korumaya çalışıyordu ama trajik sondan kaçamıyordu. 

Malayalam sinemasının ödüllü filmi İçimdeki Deniz’in kadın kahramanı da hayatının bir dönemini akıl hastanesinde geçiriyordu. Gerçi onun durumu ekonomik şartlardan çok aşkla ilintiliydi ama içinde bulunduğu ilişkide her açıdan zayıf durumda bulunan da oydu. Erkeğe kıyasla kadın hem çok daha yoksul hem çok daha eğitimsizdi. Öyle görünüyor ki yoksulların evsizleştiği ve kadınların kötüleşen koşullar karşısında daha çok zorlandığı bir çağda yaşıyoruz. Kadınların sığınacağı hiçbir yer yok, kendi kafalarının içi bile güvende değil. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com