TARİH: 9 Ekim 2010
GAZETE/DERGİ: Birgün
Nasıl desem bilmiyorum, kötü bir film. Ama başka türlü bir kötülük bu. İnsani kılıklı, farklı kültürlere saygı gösterir gibi yapan bir kötülük. Çok çirkin bir özü var. Irkçı bile denebilecek bir öz bu
ABD’nin çoğunluğunu erkeklerin oluşturduğu askerleri ve iş adamları dünya üzerinde savaşır ve ülkelerin zenginliklerini sömürmenin yollarını ararken kadınları da ruhsal boşluklarını doldurmak, cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmek ve tüketmek için ülkeden ülkeye fink atıyorlar. Kah Woody Allen’in filmindeki gibi Barcelona’ya gidiyorlar, kah “Sex and the City”deki gibi Abu Dabi’ye. Javier Bardem kartvizitine “Latin aşık ihtiyacınız itinayla karşılanır” yazdırsa diye düşünüyor insan ister istemez bu filmleri izledikten sonra. ‘Barselona Barselona’dan sonra ‘Ye Dua Et Sev’de de aynı işlevi görüyor çünkü. Kafası karışık Amerikalı kadınları yalnızlıktan kurtarma görevi bu.
‘Ye Dua Et Sev’ nasıl desem bilmiyorum, kötü bir film. Ama başka türlü bir kötülük bu. İnsani kılıklı, farklı kültürlere saygı gösterir gibi yapan bir kötülük. Çok çirkin bir özü var. Irkçı bile denebilecek bir öz bu. Film boyunca Julia Roberts’ın canlandırdığı d’un certain age (artık genç olmayan kadın) kahramanımız hayal kırıklıklarıyla biten iki ilişkinin ardından soluğu yurtdışında alır. İtalya, Hindistan ve Endonezya’ya (Bali’ye) gider. Tabii bu ülkelerin en turistik, en güzel, en sorunsuz yerlerinde dolaşır. Mafyanın zehirlediği İtalyan topraklarında, Hindistan’ın ve Endonezya’nın sefil mahallelerinde dolaşacak hali yok. Doğal olan da bu elbette. Ama bir şey var ki mide bulandırıyor. Bu ülkelerin insanları bir “çocuksuluk” içinde resmediliyor. Bu çocuk halkların çok sevimli özellikleri var. Elleriyle kollarıyla bir sürü jest yapıyorlar ve güzel yemekler yiyorlar; pek inandırıcı olmasa da Hıristiyanlarınki gibi kasvetli olmayan tapınakları ve dinsel törenleri var. Çok az parayla sevindirilebiliyorlar, böylece kendinizi iyi bir insanmışsınız gibi hissetmenizi de sağlıyorlar. Ama bunlarla derin ilişkiler kurmanın da gereği ve manası yok. Kahramanımızın, bu iş için kendi memleketlileri veya tercihen kuzey Avrupalı ırkdaşları var. Yetişkinler dünyalarını diğer yetişkinlerle paylaşmalı! Bunun tek istisnası, tam bir istisna olmasa da Latin erkeği (aslında o da bir Batılı ama tam aynı türden değil). Latin erkeğiyle fikren uyuşulmasa da, onula en azından bir süreliğine yatağı paylaşmaya direnmek çok zor. Filmimizin kahramanı da önce haklı gerekçelerle reddettiği Brezilyalısını (Javier Bardem’i yani) sonunda kabul ediyor. Hazza dayalı bu hayatın kötü olduğunu söylemek zor ama işin garibi bütün yüzeysel güzelliğine rağmen yine de çekici değil. Ne aşkında, ne ruhaniliğinde bir derinlik var. Yani oryantalizmini filan bir kenara bırakın yine de tatsız bir resimle karşı karşıyayız. Tek istisnası İtalyan yemekleri. Onlar gerçekten ağız sulandırıyor. Kahramanlarımız tadını çok da çıkarmasalar da doğanın güzellikleri de çok cazip.