TARİH: 28 Şubat 2015
GAZETE/DERGİ: Birgün
Bu film üzerine yazmaktan kaçınmıştım. Şimdi bir Oscar ödülü de alınca yazmaya karar verdim. Etkileyici temposu, müziği ve oyunculuklarıyla filmin etkisi altına girmesine girmiş ama sonunda fiziksel şiddet de içeren faşizan bir eğitim modelini yücelttiğini düşünmüştüm. Sonra bu düşüncemden emin olamadım. Hâlâ filmin çok sorunlu bir hikâyesi olduğunu düşünüyorum. Bir defa gencimizle öğretmeninin yeniden buluşmasından sonra yaşanan hiçbir şeyi inandırıcı bulamıyorum. Peki bu final bölümü fantezi mi? Onu da söylemek zor. Öğretmenin, öğrencisini rezil etmek için kendisini de rezil etmeyi göze alması olacak şey değil. Mükemmeliyetçi öğretmeninin kendisini bu konsere çağırmasına, öğrencinin inanması mümkün değil. Peki, o zaman bu bölüm fantezi mi? Öğrencinin kafasında filan mı yaşanıyor? Ona yönelik bir işaret de yok. Bu bölümün fantezi koktuğuna bir tek Mehmet Açar’ın değindiğini gördüm.
Peki, bunu boşverelim, gencimiz ne öğrendi bu süreçte? Ne oldu da, başarıyı yakaladı? Yılmamayı mı öğrendi? Hıncal Uluç’un dediği gibi, başkalarıyla rekabet etmeyi değil de kendini aşmayı mı öğrendi? Ya da asıl hikâye müzikten çok baba figürleriyle bir hesaplaşma mıydı? Gencin gayet mülayim, gayet eşitlikçi, gayet barışçı bir babası var. Fakat belli ki bu baba figürü genç davulcuya yeterince erkeksi gelmiyor. Onu kendisine örnek almıyor. Onun bir alfa erkek modeline ihtiyacı var. Onu da okuldaki davul hocasında buluyor. Öğretmen tam anlamıyla sürünün lideri, tam anlamıyla alfa erkek. Genç davulcu da onun gibi bir erkek olmak istiyor. Finalde öğrendiği belki de bu erkek modelini pek fazla takmamak, ondan korkmamak gerektiği. Belki de genç davulcu, kendisini de pek takmamayı öğreniyor. Kastre edilmişliğini kabul mu ediyor, baba figürüyle rekabeti mi bırakıyor? Her halükârda kafamı bu kadar meşgul ettiyse, belki de bu filmi takdir etmem gerekiyor sadece.