TARİH:  9 Haziran 2006

GAZETE/DERGİ: Birgün

Teyze, size baba diyebilir miyim?

Orijinal Adı Transamerica Yönetmen: Duncan Tucker Oyuncular: Felicity Huffman, Kevin Zegers, Fionnula Flanagan Elisabeth Pena Türü Komedi / Dram Ülke: ABD 

İnandırıcı film karakterleri yaratma konusunda sınıfta kalan ‘Transamerika’, kıyıda köşede kalmış sıradan insanlardaki değeri açığa çıkarmaya çalışan bir çaba örneği. 

Transamerika adı iki şeye gönderme yapıyor: Birincisi cinsiyet değiştirme, ikincisi ise Amerika’yı kateden bir yolculuk. Film ‘iki uyumsuz karakterin zamanla birbirlerini sevip bağlanması’ kalıbı üzerine kurulmuş. Bu eski ve çok bildik kalıba bir de Oscar avcısı küçük bağımsız film tavrını ekleyin. Yani ‘Erkekler Ağlamaz’ (Boys Don’t Cry) ve ‘Cani’ (Monster) filmlerinde ki gibi cinsel kimliği toplumsal normlarla uyuşmayan ve Akademinin pek sevdiği tipte bir baş karakter yaratın, işte size adından söz ettirecek bir film. Nitekim ‘Transamerika’nın başrol oyuncusu Felicity Huffman’ın Oscar adaylığı epey ses getirdi. Ama Huffman Oscar’ı alamadı. 

‘Transamerika’ adından çok söz edildiği için yüksek beklentilerle izlediğimiz bir film oldu ve 

belki de bu yüzden yaşadığımız hayal kırıklığı da aynı oranda büyüktü. Karakter merkezli filmlerin yapması gereken şey açık: karakterler yaratmak. ‘Transamerika’ burada sınıfta kalıyor. Hikaye o kadar şekere, o kadar toz pembe renklere büründürülmüş ki gerçek dramları anlatmanın yanına yaklaşamıyor bile. 

Transseksüelliğe giriş 

Huffman’in oynadığı Bree kadın kılığında dolaşan bir erkek ama travesti olarak tanımlamıyor kendisini.

Amacı ameliyatla kadın olmak; yani o önce potansiyel sonra fiilen bir transseküel. Ama ameliyatına bir kaç gün kala bir oğlu olduğunu öğreniyor. Henüz erkek kılığında dolaştığı okul yıllarında bir kızla bir gecelik bir ilişki yaşamış ve tesadüf bu ya kız da o gece hamile kalmış. Bree, oğlu Toby’yle (Kevin Zegers) ilişkisini rayına oturtmadan psikiyatrından ameliyat için onay alamıyor. New York’ta hapishane de bulunan genci kefaletle çıkarıyor ve birlikte geriye Los Angeles’a doğru yola çıkıyorlar. Filmin en zayıf halkasını Toby karakteri oluşturuyor. Annesi intihar etmiş, babasının her türlü şiddetine maruz kalmış, uyuşturucu kullanan ve fahişelik yaparak geçinen biri için Toby ultra-normal biri. Neredeyse her ailenin isteyeceği bir evlat. Bree de çok farklı değil doğrusu. Birazcık daha derin o kadar. Bu ikilinin birbirleriyle ilişkisi de çizilen karakterler ne kadar az heyecan vericiyse a kadar ilgi çekici elbette. 

Filmin liberal misyonu bu ‘kenar da’ yaşayan karakterlerin ne kadar normal ve sevilesi insanlar olduğunu göstermek. Bunun saygıdeğer bir çaba olduğunu teslim etmemek mümkün değil. Tabii ‘normal’ olanın iyi olduğunu da varsayıyorsak. Ama sevmek anlamaktan geçiyorsa, filmin bu yönde bir katkısı yok. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

© 2020 -CuneytCebenoyan.com